Süleyman Demirel, Darbeleri Araştırma Komisyonu ile yaptığı görüşmede niye 52 yıldır siyaset arenasında olduğunun ipuçlarına ilişkin idrakimiz artırdı. Yine kişisel tarihine geçebilecek esaslı bir sözle başlamış konuşmalarına: "Dün dündür, bugün bugündür demeyeceğim. Ancak dünkü güneş ile bugünkü çamaşırları kurutamazsınız." Bu sözü duyup gülümsememek mümkün değil.

Bir Bilen sözüne atfen "ben bilebildiğim kadarını biliyorum. 52 yılda ilim yapmadım siyaset yaptım, siyasi sorular sorun" diyor. Komisyon başkanı Nimet Baş'ın darbeler sonrası açılan Tübitak, DPT gibi kurumlara ilişkin sorularına ise "darbecilerin yardımcıları ve heveslileri vardır bunlar da siyasal bilgiler fakültesi içindedir" şeklinde cevap veriyor.

Demirel sorulara dersini çok iyi çalışmış bir siyasetçi titizliği ile cevap vermiş, kendince belgeler çıkarmış. 28 Şubat'ın darbe olduğunu ise asla kabul etmemiş. Benim 28 Şubat'a dair en çok önemsediğim söz ise başörtülülerin mağduriyetine ilişkin sözleri oldu.

O dönemde yaptığı "Başörtülüler Suudi Arabistan'a gitsin" açıklamasına ilişkin soruya ise yanlış anlaşıldığını söyleyerek cevap vermiş: "Benim sözlerim yanlış anlaşıldı. Türkiye'de hukuken başörtülü okumak yasak. Kanun vardı, anayasa mahkemesi kararı vardı. Başörtülü kızlar da kendilerince formüller üretmişlerdi. Başlarına peruk takıyorlardı. Ben de böyle zorlanacaklarına okumak istiyorlarsa 'Suudi Arabistan'a ya da Avusturya gitsinler' dedim".

Bunu okurken insanın aklına bir sürü soru geliyor. Allah'tan bu komisyonun başkanı Nimet Baş, insan hakları konusunda hassasiyeti olan bir kadın ve bu cevaba sessiz kalmıyor: "Komisyonun tek kadın üyesi ve uzun sure başörtülülerin haklarını savunmuş birisi olarak sözlerinize bir yorum getirmek istiyorum. Özal'ın döneminde de aynı kanunlar vardı ama bir sorun yoktu, şimdi de sorun yok. Kanunlar bunu uygulayanların niyetlerine göre de yorumlanabilir. Siz bir Cumhurbaşkanı olarak 'ben sorunu çözmek için ne yapabilirim?' diye sormadınız. Bu ülkenin kız çocuklarının eğitim haklarını almalarından yana demokratik bir tutum alabilirdiniz, almadınız. Kanun böyle ama 'gönlüm onların okula gitmesini istiyor' diyebilirdiniz. Bunu demediğiniz gibi paternalist bir tutum takındınız. 'Suudi Arabistan'a gitsinler' dediniz. Bu paternalist bir yaklaşımı, kendini otoriter bir baba gibi gören bir anlayışı ortaya koyuyor. Başörtülü kızlara, çözüm bulmak bir yana, üzüldüğünüzü dahi söylemediniz. Otoriter bir baba gibi 'işinize gelmiyorsa kapı dışarı' dediniz".

Demirel tam da bunu yaptı. Karşımıza hangi belgeyi çıkarırsa çıkarsın, bu gerçek hiç değişmeyecek.

Bu cevaptaki Avusturya meselesi o zaman haberlere yansımış mıydı, hatırlamıyorum. Ancak bu sözün bu ülkenin başörtülü kadınlarını ne kadar derinden üzdüğünü ve etkilediğini çok iyi biliyorum. Demirel'in bu sözü hala savunması, fikrini hiç değiştirmediğini ortaya koyuyor. 2010 yılında YÖK'ün üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmayı amaçlayan çalışmalarına ilişkin yorumlarında da bu uygulamanın Türkiye'yi kaosa sürükleyeceğini iddia etmişti.

1928 doğumlu Demirel cephesinde bir değişim beklemek de pek anlamlı değil galiba.

Komisyon başkanı Nimet Baş'ın sözlerinde vurguladığı paternalist devlet anlayışının sadece başörtüsü değil, tüm alanlarda izlerinin silinmesi uzun zaman alacağa benziyor.

Zor Seçim

Allah kimseyi zor seçimlerde bırakmasın. Ancak hepimiz insanız ve "kınadıklarınızı yaşamadan ölmezsiniz" hadisinde anlatıldığı gibi hayatın içinde kendimizde olmasa d,a çocuklarımız için mutlaka zor seçimler ile karşı karşıya geleceğiz. Çünkü dünya bir imtihan yeri ve hiç bir şey bizim planlarımız çerçevesinde gitmiyor. Kürtaj kararı da bu zor seçimlerden birisidir. "Bedenimiz bizimdir" diyen için de, "bedenim benim değildir" diyen için de...

Bu meseleye ilişkin büyük konuşmalar kabilinden yapılan açıklamaları söz konusu dahi etmiyorum. Büyük lokma ye, büyük konuşma sözünün hayata dair önemli bir derinliği olduğuna inanırım. Ancak bu meselenin bu camia arasında "yaşama hakkı" sloganı ile tartışılmaya başlamasının çok yakından bildiğim hikayesini anlatmak istiyorum.

Bu kesimin bu konuya ilgisi 1997'de ki Habitat için Türkiye'ye gelen Katolik dernekleri ve Mormonlar gibi gurupların kürtaja karşı kampanyaları ile başladı. Aralarında çok sayıda sağlık çalışanı olan Hayat Vakfı kadınları bu kampanyaya öncülük etti. Katolik derneklerinden videolar, metinler alındı. Kadın sağlıkçılar bu çerçevede bilimsel veriler, tıp alanındaki yeni keşifleri de dikkate alarak inançlarımızı da yansıtan bir bilgilendirme kampanyası yaptılar.

Bu mesele 2000'li yıllarda aramızda çokça tartışıldı ve bitti. Hayreddin Karaman gibi din âlimlerinden tıp biliminin son bulguları sunularak fikirler alındı.

Amaçları, gelişen tıp bilimi çerçevesinde yapılan tespitlerle anne karnındaki ceninin de insan vasfını kazanmasa da, bir canlı olduğu, çok erken zamanlarda bile hissettiğini anlatmak ve yaşama hakkının korunması konusunda bilinç yükseltmesi sağlamaktı. Doğum kontrolünün önemini anlatmak, kürtajın bir doğum kontrolü gibi kullanılmasının önüne geçmekti.

Birçoğu kadın sağlıkçı olduğu için kürtajın yasaklanmasının sonuçlarını çok iyi biliyorlardı.

Son iki haftadır yapılan tartışmalarda çok rahatsız olduklarını gözlemliyorum. Ancak hiç bir zaman "kürtaj cinayettir", "kürtaj yasaklansın" demediklerini söylüyorlar.

Bu konuya ilişkin Kur'an ve sünnette bir hüküm yok. Âlimlerin fetvaları var. Ancak onların fetva verdikleri dönemin tıbbi bilgileri ve koşulları düşünüldüğünde, o fetvaların bugüne referans olup olmayacağı konusu ayrı bir tartışma konusunu oluşturuyor. Kuran'ın onlarca ayetle haram kıldığı konularda sesini çıkaramayan erkeklerin kadınlar söz konusu olduğunda yükselen sesleri de ayrıca dikkat çekici.

Kısaca muhafazakâr kadınlar asla "bedenimiz bizimdir" demediler ve demeyecekler de. Feminizmin Hıristiyan inancının kadın algısına karşı başlattıkları özgürlük mücadelesine özgü bu sloganı elbette kullanamazlar. Bu onların inançlarına da, değerlerine de aykırı. Ancak kürtaj meselesindeki erkek dilinin hoyratlığı, cahilliği, tartışmalarının kapasitesini görmek, 2000'lerin başlarında dindar kadınların tartışıp idrak etiği meseledeki yeni uyanış ve idrakleri bu kesimin erkek zihniyetinin mıhlanmışlığı konusunda bir hayal kırıklığı ortaya çıkarıyor.

(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)