Özel Yetkili Mahkemeler tartışması sürüyor. Siyaset merkezli tartışmanın yanıltıcı olduğunu düşünüyorum. Onun için tartışmaya teknik boyuttan bakmaya devam etmek istiyorum.

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, suçun niteliği ve ceza miktarlarının değişmediğini, sadece usul kanunları üzerinde oynama yaptıklarını belirterek, değişiklik girişimini savunuyor. Ceza kanunlarında değişim olsa davalara daha az zarar verirdi. Zira usul yenilikleri yargılamaları sil baştan yapacak. Öbür türlü sadece suçu sabit olanların cezasının miktarı farklılaşacak, dosyaya vâkıf mahkemeler kısa sürede sonuca gidecekti. Şimdi onlarca sanığı ve binlerce sayfa evrakı bulunan dosyalara yeni savcı ve yargıçların hâkim olmalarını bekleyeceğiz. Adalet gecikmesin sloganları altında adaleti geciktireceğiz.

Sızan bilgiler doğru ise başka teknik açmazlar da bizi bekliyor. Mesela 'terör' kamuoyu duyarlılığı yüksek bir konu olduğundan özel yetkili mahkemelerde kalacak deniyor. Hâlbuki bütün terör örgütleri anayasal düzeni değiştirmek için kuruluyor. Aynı şekilde cuntalar da terörü psikolojik harbin en önemli manivelası olarak kullanıyor. Hasan Cemal, 9 Mart cuntasının sağda solda nasıl bomba patlattığını yani 'terör' yaptığını anlatıyor. Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) birden fazla ağır suçu birlikte işleyen örgütlü suçlarla etkin mücadele adına tek seçenek gibi duruyor. Zaten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, tartışma konusu davalarla ilgili yakın zamanlı kararlarında mahkemeleri bir anlamda ibra etmişti.

KCK yargılamaları, ÖYM'de mi kalacak, yoksa Ankara'da kurulacağı söylenen mahkemeye mi aktarılacak? Aynı soruyu Hizbullah ve DHKP-C'ye dair de sorabiliriz. Bunlar terör örgütü olarak isimlendiriliyor. Ancak hedefleri anayasal düzeni ortadan kaldırmak. Yani 12 Eylül'cülerin yaptığını devlet imkânlarını kullanmadan gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bugüne kadar hiçbir terör örgütü emeline ulaşamadı. Ama devlet imkânlarını kullananların gerçekleştirdiği 10'a yakın darbeden söz ediyoruz. Anladığımız kadarıyla devlete karşı suçlarda sivil-bürokrat ayırımı yapılacak. Kendi yağıyla kavrulan sivil darbeciler ÖYM'de, devlet imkânlarıyla aynı suçu işleyenler imtiyazlı mahkemede yargılanacak. Aynı eşitsizlik soruşturma izni müessesesiyle daha da büyütülecek. Devlet imkânlarıyla anayasal düzeni ortadan kaldırmakla suçlananlar dokunulmaz kılınacak. Sadece bu iki konu bile kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı. Hâlbuki acı tecrübelerimize göre, söz konusu suçu işleme konusunda elverişli vasıtalar devlet gücünü kullananlarda var. Mahkeme, sanığın atılı suçu işlemeye elverişli vasıtalara sahip olup olmadığını dikkate alır. Aynı şekilde kanun koyucu riski yüksek grubun soruşturma ve kovuşturmasının daha etkin yapılmasını sağlayacak düzenlemeler yapar. Önümüzdeki paket tam tersine adımlar içeriyor. En azından öyle iddia ediliyor. Türk Ceza Kanunu'ndaki 309 ila 311 ve 312'yi birbirinden ayırmak da mantıklı ve kanun tekniğine uygun değil. Birincisi soyut olarak anayasal düzeni diğer iki madde ise bu düzenin temel unsurları olan Parlamento ve hükümeti hedef almayı suç sayıyor. 311 ve 312'yi işleyen aslında otomatik olarak 309'u da ihlal etmiş olmuyor mu? Aynı suçun yarısını bir mahkemeye, kalan yarısını başka mahkemeye havale etmenin mantıklı ve hukuka uygun izahı yok. Önceki yazıdaki ameliyat örneğine dönecek olursak, kalbin bir damarına A hastanesinde diğer damarına B hastanesinde müdahale etmek gibi bir şey. Arada olan hukuka olacak, hastayı yolda kaybedeceğiz.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)