İşkencehaneden bahsedince mangalda kül bırakmayacaksın. Ama darbecilerin yargılandığı mahkemenin semtine bile uğramayacaksın.

Tarık Akan’dan bir cevap daha geldi. “Benim üzerimden, benim adımı kullanarak kimlerin, ne yapmak istediğini anlamıyorum” diyor.

Madem anlamıyor, ne yapmak istediğimi bir daha anlatmak şart oldu.
Tam da, son cevabını ekranlardan bize ileten Fatoş Güney’in esefle söylediği şeyi yapmak istiyorum.
Güney, Tarık Akan’a şöyle hak veriyor: “Ünlü olmuşsanız, mücadele etmişseniz ya da muhalif olmuşsanız meyveli ağaçlar taşlanıyor maalesef”.

İtiraf ediyorum, evet! Tarık Akan gitmiş mi, gitmemiş mi umurumda değil. Aslında, meyveli ağacı taşlıyorum.
Ama bir sorun, ‘Niye taşlıyorum?’ diye.
12 Eylülcüler yargılanırken Ankara Adliyesi’nin önünde şenlik vardı. Bütün mağdurlar toplanmıştı. Ancak Tarık Akan yoktu orada, başka bazı sanatçılar da.

Niye orada değillerdi?

Bir Lale Mansur, şahsen gidemediği için mazeret beyan edip alenen destekliyor davayı.
Bir Edip Akbayram, “Müsait olsaydım, en önde durmaktan gurur duyardım. 12 Eylül mağduru olarak ben de müdahil olacaktım” diyebiliyor.

Bir Levent Kırca, “Eğer bu darbeye karşı idiysek ve bundan dolayı canımız yanmışsa orada olup tavrımızı koymamız gerekir. Manim olmasa, ben de giderdim” keskinliğinde konuşabiliyor.
Fakat Tarık Akan, meramını anlatmakta zorluk çekiyor.

Sen, darbenin kitabını yazıp ‘nezarette bitlenmiş’ diye ün yapacaksın, filmini çekip ‘mağdur’ olarak şöhret bulacaksın. Sanatçılar arasında adın ‘darbezede’ye çıkacak, nam salacaksın.

Sonra seni mağdur eden darbecilere yargı yolu açılacak. Ama sen karşı çıkacaksın, bu davaya inanmadığını söyleyeceksin.
Yargılama başlayacak, sen yine kem küm edeceksin.

Zorda kalınca halka yıkacaksın kabahati. Ama “Yüzde 92 desteklemişti, 12 Eylül Anayasası’na ‘Evet’ demişti” şeklinde kıvırtan yanda duracaksın.

Ele avuca gelmeyeceksin yani, iler tutar tarafın olmayacak.
Halkın dalkavukluğundan girip ikiyüzlülüğünden çıkacaksın. Asıl bu riyakârlıkla hesaplaşılması gerektiğini savunacaksın.
“Darbe lideri 2 paşayı ahir ömürlerinde hâkim karşısına çıkarmak da neymiş, hiç kıymet-i harbiyesi yok, tiyatro!” diyeceksin.
12 Eylül’ün işkencehanelerinden, sansürlerinden, yasaklarından bahis açılınca mangalda kül bırakmayacaksın.
Ama darbecilerin yargılandığı mahkemenin semtine bile uğramayacak, uğramayı aklının köşesinden dahi geçirmeyeceksin.
Ama dalkavukluktan, darbe şakşakçılığından şikâyet etme hakkını da kendinde göreceksin. Ki haklısın, iki tarafa göre de ortada yüzleşmemiz gereken bir şakşakçılık, hesaplaşmamız gereken bir riyakârlık var.
İşte o hesabı da görmek için adını kullanıyorum. Ta ki, kim gerçek mağdur, kim hesaplaşmak istiyor ve de kim riyakâr, kim dalkavuk ortaya çıksın.

Meselem, Tarık Akan’la değil. O bir simge, namlı bazı mağdurların tutarsızlığını temsil ediyor.
Riyakârlık ve pişkinliği, vesikalanmış temsili bir yüzsüzlükle göstermekten daha etkili ne olabilir?
Başka teşhir yöntemi bilsem, adını hiç geçirir miydim yazımda?

(Radikal)