Başımız derde girdiği zaman toplumun doğal refleksiyle, tarihiyle, geleneğiyle ürettiği çözümler resmî ideoloji tarafından yasaklandı. Cumhuriyet ulus devlet için bir kalıp biçerken kimse bir yere kaçmasın diye en dar ölçüleri tercih etti.

Sağlıklı bir dengeyi, bütünleşmeyi ve toplumsal barışı sağlayan dinamikler yerle yeksan edilirken yenileri oluşturulamadı. Bu daracık elbise hâlâ duruyor. Eski bir hatıra gibi; siyah-beyaz bir fotoğraf gibi. Bir işe yaramıyor ve kullanılmıyor. Bu elbisenin içinde kimse kalmadı. Değiştirmeyi ise henüz başaramadık. Her tarafı sökülmüş, paçaları dizlerimizde, kolları dirseklerimizde bu modası geçmiş ulus-devlet elbisesinin içinde çok komik ve garip duruyoruz.

Diyanet'in 'mele' uygulaması, Cumhuriyet'in resmî ideolojisine, bu ideolojiye hayat veren temel yasalara aykırı. Şöyle diyelim: Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu tepeden tırnağa ihlal eden Doğu'daki medreselerden yetişenlere, anayasal bir devlet kurumu, yani Diyanet İşleri Başkanlığı kadro tahsis ederek bu eğitime resmiyet ve meşruiyet kazandırıyor. Resmî ideolojinin o daracık sınırlarına aldırmadan, bu ülkenin hatta devletin geleceğini esas alarak cevaplayalım: Doğru mu yapıyor? Kesinlikle. Bu uygulama ile gerçekte medreseler değil, bizatihi devletin kendisi vatandaşları nezdinde meşruiyet kazanıyor. Üstelik bu meşruiyete en çok ihtiyaç duyduğu bölgede.

Doğu'daki medreselerin halk nezdinde bir meşruiyet problemi hiç olmadı. Hatta Tillo'daki medresede yetişen bir âlimin Batı'daki itibarı da aynıydı. İslâm dünyasının medrese geleneği belli. Cahil cesareti ile itiraz edenleri peşinen susturalım: İlahiyat Fakültesi'nde veya İmam-Hatiplerde okutulan fıkıh-hadis dersleri ile Diyarbakır'da bir medresede okutulanlar arasında hiçbir fark yok. Birinde mektep yani okul yöntemi uygulanıyor, kitlesel eğitim veriliyor. Öbür tarafta ise medrese, yani kürsü usulü uygulanıyor, bireysel eğitim veriliyor. Müfredattaki tek fark inkılap tarihi gibi derslerdir. İnkılap tarihini yeteri kadar bilmemenin İslâmî ilimler konusunda bir nakise oluşturmadığı ise malûm. Tanıdığım melelerin hepsi, kuvvetli âlimdi. Sadece İslâmî ilimlerde değil mantık, felsefe gibi konularda da yetkin durumdalar.

Doğu'daki medreselerin halk nezdinde meşruiyet problemi olmamasına karşılık, devletin halk nezdinde meşruiyet problemi her zaman vardı. Diyanet'in imam-hatip kadrolarında istihdam edeceği meleler, melelik kurumuna ve medreselere değil, devlete meşruiyet kazandıracak.

Bütün bu sorunlar ulus-devletin dar ve boğucu yorumlarından çıktı. Üniter devlet bir ulus devlet formudur. Ama federal devlet de bir ulus devlet şeklidir. Özal, Kürt sorunu için 'federalizm bile tartışılabilir' dediği zaman ulus-devlet dışında bir şey söylemiyordu. Kürt sorunu, uzlaşma dışındaki bütün çarelerin tüketildiği istikamette ilerliyor. Çözüm ulus-devleti Kürtlerin kendilerini içinde rahat, eşit ve onurlu bir şekilde yer alacakları bir şekilde yeniden inşa etmek. Dar gelen elbiseden kurtulup, filinta gibi duracağımız çağa uygun bir ulus devlet elbisesi dikmek. Ne ile? Elbette anayasa ile.

Kürt sorunu ilk defa sivil siyasî iradenin uhdesinde. Devletimiz artık öfke duymuyor, kızmıyor. Bazen sabrediyor. Geçmişine ve tecrübelerine uygun bir akılla hareket ediyor. Öldürmek, yakmak, yıkmak, yok etmek yerine bir arada yaşatmanın çarelerini arıyor. Akıl egemen olunca devletin kılıcı iki taraflı kesiyor. Söz söyleyince ağırlığı daha fazla hissediliyor. İnsanlar artık devletine güveniyor.

Bu dar elbisenin çöpe atılması ve yeni anayasanın son model bir ulus devlet formunda yapılması lâzım. Korkacak bir şeyimiz yok. Kaybettiklerimizin hepsi geride kaldı. Kendi çıkarları peşinde ülkeyi sağa sola savuranların artık sesi çıkmıyor. Kontrol bizde, yani halkın elinde. O büyük enerjiyi gelecek için mucizelere dönüştürmek için her şeyimiz var.

Diyanet'in mele çözümüne, resmî ideolojinin değil, bu ülkenin menfaatleri açısından bakınca nelerin düzeltilmesi gerektiği çok açık şekilde görülmüyor mu?