Önceki gece yazı bittikten sonra hafif uyukluyorum çalışma odasında...

Televizyon haber kanallarının birinde, bir tartışma programı var o sırada televizyonda...

Sanki çok uzun bir uykudan sonra kalkmış gibi bir ara gözümü açıyorum...

Saat gecenin biri...

“İlker Başbuğ tutuklandı...” başlığını o anda kanalların birinde koskoca puntolara yazılmış halde görüyorum...

Arabalar Silivri Cezaevi’ne gidiyor...

Muhabirler anlatıyor...

Heyecanlı, gergin bir koşuşturmaca var televizyonlarda...

Bağlanan yorumculardan bazıları ne söyleyeceklerini bilmiyor...

***
Geriliyorum...

Üzülüyorum...

İlk verdiğim tepki “diplerden gelen böylesine şiddetli bir dalgayı nasıl olup da sindireceği” bu toplumun?..

Tutuklanan bir Genelkurmay Başkanı...

Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan döneminde Genelkurmay Başkanı oluyor İlker Başbuğ...

Onların Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığı’nda silahlı kuvvetlerin tepesinde görev yapıyor...

İki yıl yaptıktan sonra emekliye ayrılıyor...

Elbette savcı, hakim adli makamlar elde kuvvetli bulgu, karine ve şüphe olmadan karar vermiyorlar...

Benim onların bulguları konusunda kuşkularım yok zaten...

İnternet andıcı ya da internet siteleri...

Yapılan yayınlardan “Komutan”ın haberi var mı acaba?..

“Komutan”a götürülmüş, izin, onay alınmış mı?..

Bunlar yapılmışsa hepsi suç, önemli bir suç...

Suç olduysa makamın büyüklüğüne bakılmayacak...

Bu doğru...

***
Ancak tutuklamak için “suç”un büyüklüğüne de bakılmayacak mı?..

“Darbe yapmak, hükümeti devirmek amacıyla silahlı terör örgütü kurmak...”

İlker Başbuğ bunla suçlanıyor...

Başbuğ’un internet sitelerinden ne derece haberdar olduğunu, el altından onların yayın yapmasına izin verip vermediğini, görmezden gelip gelmediğini bilmiyorum...

Bizzat onun inisiyatifiyle olup olmadığını da söyleyemem...

Bildiğim şu;

Bu suçlar hakkında kesin bulgular olsa bile, Genelkurmay Başkanı’nın bu davranışının “darbe ve hükümeti devirmek amacıyla silahlı örgüt kurmak kadar büyük bir suçu kapsaması” konusundaki tereddütler...

Muhtemel suçu kesinlikle hafifletmiyorum...

Ancak bir Genelkurmay Başkanı’nın, “hükümeti darbeyle devirecek bir silahlı örgüt kurması” halinin, İlker Başbuğ için çok iddialı olduğu izlenimini taşıyorum...

***
Ben İlker Başbuğ’u bir kere yakından gördüm...

Bir brifing esnasında, kurumunu pozisyonunu savunurken...

İki yıl boyunca onu sadece “lav silahına boru, ya da internet andıcına kağıt parçası” dediği ifadelerle hatırlamıyorum...

Hükümet ile silahlı kuvvetler arasında çok zor ve krizli anlarda, “sivil otoriteye ve hukuka yaptığı referanslarla” da hatırlıyorum...

Bir Genelkurmay Başkanı’nın “darbe amacıyla silahlı örgüt kurmaktan tutuklanabilmesi” için “gözümde ve kalbimde daha darbeciliği tescilli bir generalin olması gerekiyor” sanki...

Bu kadar büyük bir suçtan tutuklamanın yapılabilmesi, internet sitelerinden maada, iki yıl yaptığı Genelkurmay Başkanlığı esnasındaki koordinatlarının resmini de çıkartmak gerekiyor mu?..

Ne yalan söyleyeyim, ben İlker Başbuğ’u “darbe yapmaya hevesli, bu uğurda silahlı kuvvetleri örgüt halinde suça sevkedecek” bir yapıda görmedim...

Bir suç işlememiştir demiyorum, bunu söyleyemem, bu kadar iddialı olamam...

Fakat iki yıllık görev fotoğrafının koordinatları, bana “darbe amaçlayan hatta amaçlamakla kalmayıp bir örgüt kurarak yönlendiren bir general portresi” çizmiyor...

***
Öyle bir general olsaydı ve silahlı kuvvetleri öyle yönlendirseydi İlker Başbuğ, hiç sanmıyorum ki iki yıl Cumhurbaşkanı ve Başbakan onunla bu kadar sorunsuz çalışmazdı...

Başbuğ’un iki yıllık görev süresince ortada işleri yokuşa sürecek yüzlerce vesile olmuştur mutlaka...

Sonuçta Genelkurmay Başkanı’ydı...

Böyle bir görevde, bunu Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın farketmemesi imkansız...

Gerçekten merak ettiğim şu?..

Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan ne düşünüyorlar bu konuda?..

Samimi olarak içtenlikle ne hissediyorlar?..

Suç olup olmadığında değil, darbeci bir general olup olmadığı konusunda...

Tabii ki bir şey söylemeyecekler ve yargıyı beklemeyi tercih edecekler...

Ancak farkındayım ki onlar kadar kimse bu konuda bilgili değil...

İnternet andıcı da internet siteleri de onlara yönelik bir suçu kapsıyordu...

Acaba, kalplerinden ne geçiyor?..

İlker Başbuğ’un darbeci bir komutan olduğu konusunda hemfikirler mi?..

Hukuken bu merakımın bir geçerlilği yok onlar ancak tanık olabilirler, Kararı belirleyemezler...

Fakat benim adalet terazimde, onların hisleri ve düşünceleri daha belirleyici...

Kim bilir ne geçmekte şu anda onların içlerinden?..

*****
İBRAHİM TATLISES VE ÇOCUKLARIM...

İbrahim Tatlıses’in Türkiye’yi kasıp kavurduğu yıllardı...

Bu delidolu Urfalı’yla ilginç bir yaşam çizgimiz vardı...

Onunla televizyon programı yapmaya bayılırdım...

Çok içtendi...

Ağladı mı sahiciydi...

Duygulandı mı kalptendi...

Buna karşın kızdı mı, öfkesi zaptedilmezdi...

Saldırganlaşabilir, gözü bir şeyi görmez, ipleri koparabilirdi...

Tepkileri şirazesinden çıkar ne yapacağı belli olmazdı...

***
Asena’yla aşk yaşadığı günlerde Derya Tuna’dan yana canı çok sıkkındı...

Derya Tuna Amerika’daydı o sıralarda ve oradan çocuğunun babası Tatlıses’i alabildiğine eleştiriyordu...

Asena’nın konuk olduğu bir programa İbrahim, telefonla katılmış, o konuşurken Amerika’dan arayan Derya Tuna’yı telefona bağlamak zorunda kalmıştım...

Bana çok sinirlenmişti...

Yayında kızıp bağırmış telefonu kapatmıştı...

Üstüne pek gitmedim...

Fakat bir süre sonra bana ordan burdan “televizyondan dışarı adımımı attığımda dikkatli olmam gerektiği” türünden tehditler gelmeye başlamıştı...

Haber müdürleriyle toplandığımız bir gün, baktım Tatlıses’le ilgili bir dolu “eleştirel haber” bulmuş hazırlamışlar...

Her biri bir başka haber projesi söylüyordu...

-”Şunu yapalım, imajı büyük yara alır... Yok hayır böyle yapalım, bu daha etkili olur...”

Hepsini bir süre gülümseyerek dinlemiştim...

Sonra da;

“Hiçbirini yapmayalım arkadaşlar” demiştim...

“Tek bir şey istiyorum sizden... Bir yıl boyunca bana tek bir İbrahim Tatlıses haberi getirmeyin... Kulanmayacağım...”

***
Küsmüştüm ve ona kırılmıştım...

O kadar dostum dediğim kişinin çevresinden bana, “dışarı çıkarken dikkatli olsun” türünden mesajlar gelmesine çok içerlemiştim...

“Onu haberlerimizde ve programlarımızda yok farzederiz olur biter...” dedim...

Bir ya da birbuçuk yıl, tek bir İbrahim Tatlıses haberi görüntüsü girmedi bizim bültende ve programlarda...

Bir gün odamda oturuyordum...

Öğleden sonra yalnızım çalışıyorum...

Camekanın kapısı açıldı ve odaya girdi...

Tek başınaydı...

“Merhaba” dedi, “Merhaba” dedim ve konuşmaya başladık...

Kaldığımız yerden...

***
Son yıllarda Türkiye’de bir anlayış kökünden değişti...

Askerin iktidar üzerindeki yönetme gücü sona erdi...

Genelkurmay Başkanı, sivil otoriteye bağlı görev yapan bürokrat olduklarını söylüyor artık...

Bu Türkiye’deki değişimin boyutlarını anlatıyor...

***
Hassas olaylarda artık “asker ne der” sorusu Meclis’te sorulmuyor...

Bu noktaya gelen ülkede, “sürekli geçmiş bir hesaplaşma aramak” kazanımın ruhunu bozar, yeni gerginlikler, küskünlükler, isyanları tetikler...

Yararı değil zararı olur demokrasiye...

Bazen yok farzetmek, etkisizleşmiş eğilimleri ve insanları kendi haline terketmek, onların üzerine gidip yeni hesaplaşmalar başlatmaktan çok daha etkilidir...

Bir noktadan sonra hayatla kavga edilmez...

Duyguları, düşünceleri ve hesaplaşmaları kendi içinde aşmayı bilmek gerekir...

Evrenin enerjisi işte o zaman sağlıklı işler...

Egoyu aşabildiğiniz, amaç hasıl olduktan sonra ruhunuzla barışabildiğiniz o anlarda...

Bu vesileyle “çocuklarıma artık kavuştuğumun farkındayım...”

Geçmiş kavgalarım ve muhataplarıyla hesaplaşmalarımın bittiğini ilan ediyorum...

Yeni bir dünyaya bakıyorum, artık çocuklarımla ben...