Bu yazımda içimden Babamı anlatmak geldi sizlere... 

 

Çocukluğumdaki Babamı...

 

 

İki erkek evlattan sonra annemin bebek beklediğini öğrenen babam, kız olabilir düşüncesiyle istemediğini söylemiş.  Yanlış anlamanızı istemem, buna sebep olan durum Babamın kız evlada karşı oluşu değil, bir akrabasından aldığı beddua olmuş. 

 

Annemin uzun diretmeleri sonucunda babam bu isteğinden vazgeçmemiş ve cinayet günü gelip çatmış.   Sabah olduğunda anneme, bu isteğinden vazgeçtiğini söylesed e, annem ona bir ders vermek için aldıracağını söylemiş.   Babam başlamış ağlayarak anlatmaya...  “Gece bir rüya gördüm, bir kız çocuğumuz olmuştu, o kadar çok sevimliydi ve onu o kadar çok sevdim ki, bunu sana kelimelerle anlatmam imkansız.  Çok pişmanım” demiş.  Ve bu çocuk doğmuş, yani ben...

 

70’li yılların zorluklarını ben tam bilemesemde, İstanbul'da bulunan evimizin önünde, annemim iki çatışma arasında kaldığı anda bize getirmek için aldığı, kucağındaki ekmeklere sımsıkı sarılarak, kendini apartman boşluğuna atışı ve ölümden kurtuluşunu sanki hep yaşamış gibi dinlemişimdir.  Babamın, o zorlu ortamda gece gündüz çalışarak evine sahip çıkışı, evimizin çatısına mermilerin düşüş seslerinden doğan korkunun, bizi birbirimize sımsıkı bağlayışı anlatılamaz elbet.

 

Ailenin en zor zamanlarında doğan bir kız çocuğu, zaman geçtikçe suların durulduğu ve durumların düzeldiği bir ortam...

 

Babam, annesine de çok düşkün ve bağlı bir evlatmış.  Dedem Hollanda'da çalışırken babam da hem okuyup, hem de annesi ve küçük erkek kardeşiyle ilgilenir ve bu durum babam askere gidene kadar devam eder.   Askerlik zamanlarında ciddi bir rahatsızlık geçiren babam, bu durumu tek başına atlatmak zorunda kalır.  Çünkü babası, annesi ve kardeşinide Hollanda’ya götürmeye karar verir.

 

Nihayet, uzun süren bir askerlik döneminden sonra babam askerliğini bitirir ve İstanbul’a geri döner.  Geldiğinde kimseyi bulamaz.  Teyzeleri ve Dayıları ona kapılarını açarlar ve babamın, “annem ve kardeşim neredeler?” sorusunu hep cevapsız bırakırlar.  Babam da Hollanda’ya gittiklerini düşünerek bir haber beklemekle geçirir aylarını, ama ne bir haber alabilir çok sevdiği annesinden ne de bir mektup.

 

Aradan tam 6 ay geçer arayışla ve sonunda dayılarından biri ona acı gerçeği anlatmaya karar verir.   

 

Dedem,  hiç tanıyamadığım babaannem ve amcamı Hollanda’ya götürmek üzere karayolu ile İstanbul’a gelir.  Hep birlikte gurbetin soğuk yolculuğuna çıkarlar nihayetinde. Yol uzundur ve geride bırakılanlar değerlidir.  Hani derler ya, “gidipte dönmemek, dönüpte bulmamak var.”  Ama onların ki daha gidemeden, yolda geçirdikleri bir trafik kazasıyla son bulan ömürleri olur.  Ne gidebilirler hayallerine, ne de dönebilirler sevdiklerine.  Hemde bir veda bile edemeden, geride öksüz bıraktıkları babama...

 

Kazadan, tek ağır yaralı olarak kurtulan dedem olur.  O da iyileştikten sonra Hollanda’ya geri döner.  Bütün bunlar babam askerdeyken olur ve tüm koğuş arkadaşları bu acı durumu bilmesine rağmen, babama hiçbir şey hissettirmezler.  Askerliği yanmasın! Ama yüreği, ciğeri yansın!

 

Aradan geçen 6 ay’dan sonra acı gerçeği öğrenen babam, kahreder herşeye, annesine son bir kez sarılıp koklayamadan, son yolculuğuna uğurlayamadan, boşlukta kalan duygularına yenik düşer... Hiçbir tercüman bulamaz ve yıkılışı olur tüm hayallerinin.  Henüz 30’lu yaşlarda ki annesi ve 13 yaşında ki kardeşi yoktur artık hayatında...

 

Yanlızlığın en kuytu köşelerinde hisssettiği yüreğini, ne içki şişeleriyle, nede başka birşeylerle dolduramaz.  Bu yıkımdan doğrulması zorlu olsa da, sonunda evlenmeye karar verir.  Uzun süredir görüştüğü ve evlenmeyi düşündüğü bayanın ileride ünlü bir türkücü olacağını öğrendiğinde ise onunla olan birlikteliğine son verir.  Bir zaman sonra annemle tanışır ve evlenir.  Artık yalnız değildir...

 

Babamı en çok, anne ile ilgili filmleri izlediğinde kendisini tutamayıp ağlayışıyla tanırdım.   Duygusal bir yapıya sahip ve bir çocuk gibi hüngür hüngür ağladığını gördüğüm tek erkek babamdı.  Kendimi bildim bileli hep yanımdaydı, her kararımın arkasındaydı, henüz çocuk yaşlarda olmama rağmen bile kararlarımı kendi başıma almamı ister ve bana bırakırdı. 

 

Çok fazla aktif bir çocukluk ve gençlik dönemi geçirmeme rağmen, babam her türlü adımımda daima yanımda oldu.  Babam, adeta benimle nefes alıyordu hayata ve bu çok güzel bir duyguydu.  O’nun bana verdiği güven ve destek sayesinde, 6 yaşında başlamış olduğum Kung-fu sporunda en önemli derecelere imza attım ve bunu, herşeyden ve herkesten önce babam’a borçluyum. 

 

Ortaokul çağlarındaydım ve babamla sohbet etmekten müthiş bir zevk alırdım.  Her gece saat 03.00’lere kadar sohbet ederdik ve zamanın nasıl geçtiğini hiç anlamazdım onunlayken.  Bana çok yakındı ve benimle herşeyi konuşurdu.  Bende aynı şekilde, anneme bile anlatamadığım sırlarımı ve sorunlarımı rahatlıkla babama anlatabilirdim.  O benim hem babam, hem de yarenimdi. 

 

Dizine başımı koyduğumda saçlarımı okşar, ayaklarımı koyduğumda ise parmaklarımı çıtlatırdı.   Her sabah saçlarımı şefkatle tarayıp örer ve gıdığımdan öpücük alırdı.   Bizim aşkımız bir başkaydı.

 

Onunla ilk defa, onbeş yaşında iken, İsviçre’de ki Dünya Şampiyonası’na giderken ayrılmıştık ve grup içindeki tek bayan bendim.  Buna her baba razı olamazdı ama o bana çok güvenirdi.  Hava alanında beni yolcularken sarılması ve ikimizinde gözyaşlarımıza hakim olamayışımız hala dün gibi zihnimde.  Çünkü avuçlarında ki en değerli varlığı olarak beni görürdü. 

 

Gittiğim yolculuktan, on gün sonra, geçirdiğim ağır bir rahatsızlık nedeniyle sedyede dönmüştüm.  Tam bir sene ağır tedavi görmek durumunda kaldım, babam beni bu zaman boyunca elleriyle besledi ve başımdan hiç ayrılmadı.  Onun sevgisi ve ilgisi daha hızlı iyileşmeme yardımcı oldu.  Artık sağlığım tamamen yerine gelmişti ve normal hayatıma dönmüştüm. 

 

Spor salonunda antrenörlük yaptığım zamanlardı ve sabahdan akşam geç vakte kadar zamanımı orada geçiriyordum.  Çok genç yaşta olmama rağmen, babam kazancıma dokunmaz ve dilediğin gibi kullan derdi.  Bu sayede bir çok hedefime rahatlıkla ulaşma imkanım olmuştu ve asla onun yüzünü kızartacak birşey yapmamıştım.  Çevrem çok genişti, mutlu bir hayatım ve özgüvenim vardı.

 

Yıllar sonra babamdan ve çok sevdiğim İstanbul’dan ayrılarak İngiltere’ye yerleşeceğim hiç aklıma gelmezdi.  Fakat öyle olması gerekti ve yollarımız çok uzun sürecek bir ayrılıkla kesişti.  Bazı yazlar ziyaretlerine gitsem de, zaman zaman yaptığımız telefon görüşmelerinde babamın “seni çok seviyorum bıdığım” derken, ağlamaklı bir şekilde dudaklarının titrediğini hissediyor ama onun yanında olamıyorum.  Şu an, belki gözyaşlarıma hakim olamıyor ve bazı yerlerde saçmalıyor olabilirim ama, onun yanında olamayışımı, ona olan sevgimi ve özlemimi sizlere ifade edemiyorum ve sözlerimi, Kahraman Tazeoğlu’nun “Araz” isimli şiirinden alıntıladığım bir dörtlük ile tamamlamak istiyorum.

 

Ben şimdi gurbetim
İçimde taşıyorum
Heba olsa da senelerce yılım


Oysa, “gel” desen gelecektim...