Her birey eşsiz doğar. Kişiliğimiz ve becerilerimiz , ailemizden miras biyolojik yapımız, yaşadığımız coğrafya,  fiziksel ortam ve yaşanılan psikolojik etkenlerle şekillenir.

İnsan beyni farklı öğrenme çeşitlerini farklı şekilde işler. Bu şu demektedir: Beyindeki çeşitli alanlar farklı işlerle görevlidir. Bu bölümler bize okumayı, yazmayı, konuşmayı, dans etme veya bisiklete binme gibi farklı becerileri öğrenmemizi ve kaydetmemizi sağlar.  Bazı çocukların bazı becerileri daha çabuk elde ettiğini görebiliriz. Hatta bu durumda aileler kendi çocuklarının neden gözlemledikleri beceriyi hala yapamadığı sorgular. Biyolojik yetilerimiz, ilgi alanımız ve psikolojik etkenler bazı becerilerin diğerlerine oranla daha öne çıkmasını sağlar. Mesela, konsantrasyonu çok iyi olan bir çocuk derste anlatılanı çok iyi şekilde anlar veya motor becerisi iyi gelişmiş bir çocuk sporda üstün başarılar sağlayabilir. Kimisinin uzun süreli hafızası çok güçlüdür; bundan kaç yıl önce oynanmış bir futbolun skorunu, hakemin adını, kimin kırmızı kart aldığını veya sakatlandığını, kısaca her ayrıntısını çok iyi hatırlar ancak kimisi de daha bir saat önce izlediği filmin adını unutabilir.

Bu tarz beceri farklılıkları daha çocukken ortaya çıkar ve kendini net olarak gösterir. Çocuklarda bu durum genelde okul içinde bulunan aktivitelerde ortaya çıkar. Mesela, şarkı sözlerini çok iyi hatırlayan bir çocuk, okumayı sökmekte zorluk çeker; kimisi çok iyi anladığını düşündüğü bir konuyu hemen unutuverir.

Çocukların yaşadığı bu durum çok doğaldır ancak eğitim ve öğretim sisteminin ezber ve aritmetik beceriye dayalı olduğu ülkelerde bu tarz öğrenme farklılıkları problem yaratabilir. Örneğin okurken kelime atlayabilir, okurken sesin vurgusunu ayarlayamayabilir, ‘d’ ile ‘b’ harfini karıştırabilir, kat kelimesini tak olarak okuyabilir, 32’yi 23 olarak okuyabilir, ‘değildir’ ifadesini okumadığı için ‘öyledir’ olarak algılayabilir, uzun süre sırada oturamayabilir, dikkatini veremeyip kendini başka şeyler düşünürken bulabilir.

Bu sorunlar ilk başta basit olarak görülebilir ancak zaman geçtikçe, ailelerin ve okulun beklentisi arttıkça hem ailede hem de çocukta huzursuzluk yaratır. Bunun üstüne örneğin, çocuğunuzun hırslı ve başarılı olmak istediğini göz önünde bulundurun. Kendisinin başaramadığını ve arkadaşlarının başardığını gören bu çocuk mutsuz olur. Sorunun temeli bulunmadıkça çocuk bu mutsuzluğu kendi yöntemleri ve düşünme tarzı ile çözmeye çalışır. Bu çözüm farklı haller alabilir. Örneğin, sınıfta konsantre olamayan ve başarılı olamayan bir çocuk sınıfın düzenini bozan hareketler yapabilir; “ iş hayatında bunu mu soracaklar” diye başlayan bir ifadeyle konuyu anlamadığını değil işe yaramayacağı gibi bir fikri savunarak kendi yaşadığı soruna rasyonel bir cevapla kendini telkin edebilir.

Bu sorunları yaşayan çocuklar Hiperaktivite ve/ya disleksi gibi öğrenme bozukluğu tanıları alabilirler. Bu tanıları almak çocuğun ileride başarısız olacağı anlamına gelmez. Tarihte ve günümüzde bu tanıları alıp çok başarılı olmuş insanların örneklerini verebiliriz; Edison, Einstein, Richard Branson, Pablo Picasso gibi. Bu aşamada ailenin çocuğa destek vermesi ve destek alması için onları gerekli uzmanlara yönlendirmesi gerekir.

Aileye düşen bir diğer görev ise çocuğun güçlü olduğu noktaları öne çıkartmak olabilir. Örneğin çocuğunuz çok iyi bir futbolcu, balerin veya balet olabilir. Çocuk zorlandığı becerileri geliştirmeye çalışırken normalin üstünde bir efor sarf etmek zorunda kalabilir. Bu ilk defa yeni bir şey öğrenirken zorlandığımız gibi onu sinirlendirebilir, ancak zaten uzun süre emek verdiğimiz işler en başarılı olanlar değil midir?