Başbakan Tayyip Erdoğan, yaklaşık 300 işadamıyla Çin seyahatinde.

Bir grup gazete yöneticisiyle temasları yakından takip ediyoruz. Kısa bir süre önce Başbakan, Kore ve İran\'a gitmiş; o gezileri de yerinde izleme imkânı bulmuştum. Hak vermek gerekir ki, bu tip kısa süreli ve uzun mesafeli yolculuklar gerçekten yorucu. Ancak başka bir açıdan da meseleye yaklaşmak gerekiyor: Gittiğiniz her ülkede Türkiye\'nin gücünü gördüğünüz gibi o potansiyel gücün kullanımında ne denli geç kalındığını, onlarca senenin heba edildiğini fark ediyorsunuz.

Çin seyahati de öyle. Bir kere doğru tespit ve teşhis etmek gerekiyor ki Çin, dünyada hızla yükselen bir güç haline geldi. Dünya devletler muvazenesinde oynadığı rolün ilerleyen senelerde daha da ağırlık kazanacağına kesin gözüyle bakıyor uzmanlar. İkinci bir tespit: Çin Türkiye ile temaslarını artırmak, ilişkilerini derinleştirmek istiyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül\'ün buraları ziyareti üzerinden birkaç sene (Haziran 2009) geçti. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan\'dan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez\'e kadar pek çok ziyaret gerçekleşti. Şimdi de Başbakan Erdoğan, yanında altı bakanı ile Çin\'de.

Görüşmelerin en merkezinde ekonomi var. 300 işadamının bu geziye iştirak etmesinin asıl sebebi de bu. Zaten katılımcılardan bir kısmı Çin\'de ticaret yapıyor. Çinliler de bu ilişkilerin kuvvetlenmesini, derinleştirilmesini talep ediyor. Onların da Türkiye\'de büyük yatırım planları var. Genç ve dinamik nüfusuyla; hatta nüfuzuyla Türkiye onlar için de büyük bir pazar. Belki biz çok farkında değiliz ama dışarıdan bakan herkes Türkiye\'nin kendi coğrafyasındaki potansiyelinin farkında.

Türkiye\'nin petrolü yok, doğalgazı yok; o yüzden oturduğu yerden servetler kazanamıyor bu ülke. Olsun! Bu ülkenin en büyük sermayesi kendi insanı. Kıvrak zekâsıyla, atılımcı ruhuyla, fedakâr yapısıyla, tarihi birikimiyle, demokrasi tecrübesiyle Türkiye insanı, kendini yeryüzünün tamamında anlatma hakkına sahip. Ondaki insan gücünü görenlerin bir kısmı istiyor ki bu ülke insanı sürekli birbiriyle uğraşsın, birbirini yesin. İçeride sıkışıp kalan bir Türkiye\'nin kendini dışarıda anlatabilmesi mümkün değil kuşkusuz...

Bütün bunlar akılda tutularak, \"Çin seyahatinden somut ne elde edilir?\" sorusu sorulabilir. Çok şey. Bir kere buralara giden gelen herkes bir tecrübe kazanıyor. Gittiği her ülkenin artılarını eksilerini çetelesine kaydediyor. Çin\'de Mao\'nun izi hayli silinmiş; ne adına rastladık ne resmine. Ekonomiye odaklanmış, ama henüz bazı özgürlük sorunlarını çözememiş bir ülke var karşımızda. Onca sıkıntılı duruma rağmen yaptığı atılımlarla dünya piyasasında yer edinmiş. Kore başka bir örnekti mesela. Orada da ülkeyi ihya edecek hammadde zenginliği yok. Orası da insan kaynaklarının sunduğu sahavetle ayakta duruyor. Devasa markalar oluşturmuşlar eğitimli insanlar ve müteşebbis işadamları. Oradan da dersler çıkarmak şart bu ülke için. İran da ilginç bir örnek. Başta petrol ve doğalgaz olmak üzere durduk yerden onca zenginliğe ulaşması ve dünya ile entegre olması bekleniyor normal şartlarda. Ne var ki o muazzam petrol kaynaklarını işleme imkânına sahip değiller. Nükleer enerjiye harcadıkları paraları ve yaptıkları yatırımları belli bir oranda anlamak zor değil; ancak neden kendi öz kaynaklarının verimli kullanımına kafa yormazlar ona mana vermek kolay gözükmüyor. İddiaları ile ittifakları arasındaki fark (özellikle Suriye\'de dökülen kana rağmen Esed\'in yanında durmaları) insanı derinden derine düşündürüyor...

Her neyse... Aslolan şu ki Türkiye, dünyanın dört bir yanından merakla takip edilen bir ülke. Aynadaki aksinden korkmadıkça, kendi gölgesiyle kavgaya tutuşmadıkça bu ülkenin ufku da açık, bahtı da. Keşke Türkiye\'de yaşayan herkes bu gerçeğin farkında olabilse ve o hakikatin insanın omzuna yüklediği mesuliyeti yeterince deruhte edebilse...

ZAMAN