Bundan tam 24 yıl önceydi. İstanbul Paşakapısı Cezaevi'nde kalıyordum. Koğuş arkadaşım Alaattin Çakıcı haber verdi, naklim Bursa'ya çıkmıştı.

Van’dan İstanbul’a gelirken, geçen günlerde cezaevi nakil aracında yanarak yaşamını yitiren beş mahkûmun öyküsü, bana yaşadığım bir cezaevi nakil olayını anımsattı.

Önce son facianın ayrıntılarını anımsayalım... Ortaya çıkan yeni bilgiler, olayın ürpertici boyutlarını gözler önüne seriyor: Van’dan İstanbul’a mahkûm götüren cezaevi ring aracı bir süre sonra arızalanmış. Şoför aldırmamış. Yola devam etmiş. 100 kilometre sonra araç dumanla dolunca askerlerin olduğu bölümün kapısı otomatik olarak açılmış. Buna rağmen yola devam edilmiş. Sonuçta yangın çıkınca, Üç kilit altındaki mahkûmların olduğu bölümün anahtarı bulunamadığı için mahkûmlar diri diri yanarak can vermiş.

Alaattin Çakıcı’nın teklifi 

Bundan tam 24 yıl önceydi. İstanbul Paşakapısı Cezaevi’nde kalıyordum. Koğuş arkadaşım Alaattin Çakıcı haber verdi, naklim Bursa’ya çıkmıştı. Çakıcı bir de teklifte bulundu: “Ağabey, Bursa’ya nakil aracıyla gitmek çok zahmetli, ben sana başka bir yol ayarlayabilirim. Bir araba tutarız, yanına da bir jandarma verirler, rahatça gidersin.”

Çakıcı bunu yapabilir miydi bilmiyorum. Ben hemen reddettim ve mahkûmlarla toplu yolculuğu yeğledim.

Sonrası çekilmez oldu. 1987 Mart ayında İstanbul’da ağır bir kış olmuştu. Her taraf kar içindeydi. Bir ring aracına 30 kadar mahkûm doluştuk. Denklerimiz de yanımızdaydı. Tıkış tepiş bir yolculuktu. Ellerimizi birbirimize zincirle kelepçelediler.

‘Umudumu yitirmedim’

Bursa-İstanbul arası çok da uzak bir mesafe olmadığı için dert etmedim. Yolculuk başladı. İlk durağımız Geyve oldu. Ring aracının her tarafı açıktı ve kaloriferi yoktu. Donuyorduk. Yanımdaki battaniyeye sarıldım.

Ben bekliyorum ki oradan Bursa’ya geçeceğiz. Yanıldığımı kısa sürede anladım. Yolumuz Konya-Akşehir’e doğruydu. Oraya mahkûmları bırakacaktık. 24 saatten fazla zaman oldu. Tuvalete çıkarmıyorlardı. İhtiyacımızı aracın içine yapıyorduk. Ağlayanlar, sızlayanlar...

Ben yine umudumu yitirmedim. Ama yanıldım, yolumuz Alanya ilçesine yöneldi, Akdeniz’e iniyorduk. Açtık, susuzduk, üşüyorduk ve koku içindeydik. Değişik cezaevlerine mahkûmları bıraktığımız için sayımız azalmıştı.

Bir geceyi Alanya Cezaevi’nin içinde geçirdik. Ben o zaman aracın komutanı jandarma başçavuşuna tuvalete gidebilmemiz ve karnımızı doyurabilmemiz için bizi Alanya Cezaevi’nin içinde indirmesini söyledim, reddetti.

Bileklerimde kelepçe izi

Alanya’dan Burdur Cezaevi’ne geçtik. İkinci gün dolmuştu. Üçüncü günün sonunda Bursa Cezaevi’ne geldik. Yolculuk süresince araçtan hiç çıkarılmadık.

Öylesine öfke dolmuştum ve canım yanmıştı ki Bursa Cezaevi’ne teslim edildiğim sırada bizi getiren başçavuşa ağzıma geleni söyledim. Normalde üstüme saldırması beklenen başçavuş, yaptıklarından utanmış olacak ki sesini çıkarmadı.

Bileklerimdeki kelepçe yarası 6 ay iyileşmedi. Bunca zaman geçmesine rağmen o kelepçenin izi varmış gibi bileklerime bakarım.

Bir de Sevgili Can Yücel’in şiirini hatırlarım:

Bir Sen Eksiktin Ayışığı

Can Yücel

Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri,

Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman’dan sonra

Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,

Başımızda perensip sahibi bir başçavuş.

Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz...

Bi sen eksiktin ayışığı

Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!

Aradan 24 yıl geçmiş. Ring aracında mahkûmlar eziyet çekmeye, insanlık dışı koşullarda seyahat etmeye ve yollarda ölmeye devam ediyor...

Ben ise Çakıcı’nın teklifini reddetmekle doğru yapıp yapmadığımı düşünüyorum.