Özellikle son bir senedir Ankara Anlaşması ile İstanbul’dan Londra’ya birçok arkadaşımın gelmesi beni mutlu ediyor. Hem eski arkadaşlarımla aynı şehirde yaşama fikri hoşuma gidiyor, hem de yaptıkları değişik meslekler, hayata bakış açıları, kurdukları yeni düzenleri gördüğümde her geçen gün farklı konularda bilgi sahibi oluyorum.

Geçen sene Londra’ya taşınan yakın bir arkadaşım çoğumuzun yaptığı gibi evini homeoffice olarak kullanıyordu. Fakat son zamanlarda işlerini geliştirmek istediğini, homeoffice’in artık yeterli olmadığını, bir kaç çalışma arkadaşı olduğu için mobilyasız, bomboş bir ofis kiraladığından bahsetmişti.

Bir hafta önce buluştuğumuzda yine İstanbul’dan ortak bir arkadaşımız olan Mehmet’te bize katıldı. Mehmet İstanbul’da bulunan DPI Mimarlık İstanbul’un kurucu ortağı, başarılı bir mimar. DPI İstanbul’un Londra şubesini açtığı içinartık bol bol Londra’ya geliyor ve buluşabiliyoruz. Bir insan eski arkadaşınız olunca onun mesleği genelde keyifli bir buluşmanın odak noktası olmaz. Bu buluşmamızda ise daha önce gidip gördükleri, kız arkadaşımızın kiraladığı ofis hakkında  bir konuşmaya şahit oldum. Biliyorsunuz yeni her türlü pozitif konu ilgimi çeker.

Daha önce yayınlanan yazılarımda yaşadığımız alanlara zaman zaman değinmiştim. Bana göre içine girdiğimiz mekânların da ruhu vardır. Kimi mekânlar, ofisler, yasam alanları adımımızı atar atmaz huzur verir; kimileri ise bunaltır. Nasıl ki tüm evrenin, insanların enerjisi varsa mekânların da bir enerjisi vardır. Tabi ki bu mekânın içindeki insan enerjisi ile de alakalı ama bir noktada bu ikisinin birbirini etkilediğini düşünürüm.

İçine girdiğim mekânlar, çalışma ofisleri benim duygularım üzerinde hep çok etkili olmuştur. Bazı mekânlarda huzur buldum, bazılarında bir an önce dışarıçıkmak istedim. Bu sadece iş hayatımda değil, özel hayatımda da böyle oldu: Kimi arkadaşlarımın evleri, hatta bazen kendi yaşadığım ev, bazı restoranlar, oteller, hatta havalimanları ya enerjisi ile beni sardı ya da bunalttı.

Sizin de ruh haliniz mekâna göre değişir mi? Bunu bilemiyorum ama artık son dönemlerde yeni nesil şirketler Google, Apple gibi çalışanlarının ruh halini ve çalışma verimlerini düşünerek ofis mekânlarının tasarımlarına, enerjisine, sıcaklığına daha çok dikkat ediyorlar. Bu şekilde mutlu ortamlarda çalışan insanlar bir an önce mesai saati bitsin de, gidelim derdine düşmüyor.

Yeni nesil şirketler artık biliyorlar ki mekânlar sadece ruh halimizi etkilemekle kalmaz, mekânlar davranışlarımızı da belirler. Bir ortamın temiz olması, oraya gelenlerin de temizliğe uymalarını sağlarken; her yeri çöple dolu bir sokakta çoğunluk, yere çöp atmakta hiçbir sakınca görmez.

Örnegin James Wilson ve George Keeling’in “Kirik Cam Sendromu”, olarak adlandırdıkları duruma göre; bir sokağın suç bölgesine dönüşme süreci, önce herhangi bir binanıntek bir pencere camının kırılmasıyla başlıyor. Bu teoriye göre, çevreden tepki gelmez ve cam hemen tamir edilmezse oradan geçenler o bölgede düzeni sağlayan bir otoritenin olmadığını düşünüyorlar. Zamanla diğer camlar da kırılmaya, çöpler birikmeye başlıyor. Ardından da daha büyük suçlar geliyor ve bir süre sonra o sokak, polisin bile giremeyeceği “kurtarılmış bir bölgeye”  dönüşüyor. 

Tüm bunları düşününce Mehmet’e bir mekânı neye göretasarladıklarını, renklerin ve ışığın kullanımını ve mobilyaların seçimini neye göre yaptıklarını sordum. Kendisi ofisi daha önce gördüğü için arkadaşımızın ihtiyaçlarını zaten belirlediğini iletti. Hazırladığı çalışmanın sunumunu yaparken hemen bu ilginç konu hakkında notlarımı almaya başladım. Üç boyutlu sunumu ekranda izlerken mekânın boş halini arkadaşımızın ihtiyaçları doğrultusunda tekrar şekillendirdiğini dikkatle takip ettim. Gerçekten keyifli, huzurla çalışılacak bir ortam sağlamak için mekânın kullanılması, verimin arttırılması için özenle seçilen mobilyalar, renkler ve materyaller beni resmen büyüledi.

Mehmet’e genellikle iç mimar ile çalışmanın gelir seviyesi ile alakalı olduğunu, maliyet hesapları yüzünden pek tercih edilmediğini ilettiğimde sanıldığının aksine, mekânın iyi düzenlenmesinin sadece parası olanların elde edeceği bir ayrıcalık olmadığını öğrendim. Her gelir seviyesi için rahat, ferah, huzurlu bir çalışma ortamı yaratmak mümkündü. Bu şekilde verilen paranın aslında çalışanların verimi, kullanılan malzeme ve mobilyaların kalitesi, uzun süre kullanımı yani işe yarar oluşu ile kat kat geri döneceğini iletti. Ayrıca ofis ve restoran  sahiplerinin iç mimari için bir uzmana danışmasının yapılacak işin zamanını kısaltacağı için yine kendilerine zamanın kullanımı ve para artışı olarak pozitif şekil değeri döneceğini belirtti.

Obunları anlatırken aklıma günümüzün en uzun saatlerini genelde iş yerlerinde geçirdiğimiz geldi. Mimar arkadaşımız ekrandaki sunumda ofisin mobilyalı, bitmiş 3 boyutlu son halini gösteriyordu. Mekânların da ruhu olduğunu ve insan psikolojisi üzerine olan etkilerini hatırlatarak, bana ilham verdiği için arkadaşımıza “iç mimarlar iyi ki varsınız” diyerek teşekkür ettim.

Lezzetli kahvemi yudumlarken içinde bulunduğumuz coffeeshop’ un mobilyalarını, kullanılan malzemeleri, renkleri, mekan ışığını ve çalışanların ruh hallerini yeni ve farklı bir bakış açısı ile incelemeye başladım.

Sevgilerimle.