Bugün bayram...

Ama kime bayram?

Sana bana..

Van’da Erciş’te çadırlarla yaşayanlara değil.

Dedim, bana da olmasın.

Bugüne kadar yaptığımız kadar yapmışız bayram ziyareti, gezisi, tatili... Çok da meraklısı değilim.

Eh sağ olsunlar, eşim dostum akrabam da gönül koymaz, onları da sonra görürüm dedim.

Bayramı dedim, Kızılay Gönüllüsü olarak çadırkentlerden birinde geçireyim.

“Medya turisti” gibi değil ama.

Bayağı bayağı bir çadırkent sakini olayım dedim.

Onlarla yatayım kalkayım, onlarla yemek yiyeyim, onlarla sohbet edeyim, çöp toplayayım, top oynayayım, yatak taşıyayım.

Elimden ne gelirse yapayım dedim.

Van için madem tek yürektik..

“Müge Anlı zihniyeti” oradaysa “Mutlu Tönbekici zihniyeti” de burada...

***

Pazartesi Kızılay’a telefon ettim. Dedim böyle böyle.

“Tabii” dediler, “buyurun gelin.”

Gazeteye uçak biletimi de aldırdım, heyecanla gidiş günümü bekliyorum

Cuma sabahı hayatımın en tuhaf, en şaşkın sabahlarından biri oldu.

Sabah kalktım ve bir daha kim bilir ne zaman banyo yapabilirim diyerek duşa girdim. Bildiğiniz günlük rutin.

Elim saç kremime gidince birden irkildim. “Sen” dedim kendime, “her şeyini kaybetmiş insanların yanına gidiyorsun. Saçının daha yumuşak, daha parlak, daha düz olması ne kadar manalı?”

Elim saç kremimde kala kaldı. Hayır hiç bir manası yoktu.

Çıktım duştan ve etrafıma bakınmaya başladım. Diş beyazlatıcım, saç nemlendirici serumum, topuk kremim, yok efendim kırışık önleyici bilmem ne yosunlu yüz kremim, pudralı koltuk altı deodorantım, tırnak sertleştiricim, kaş kalemim, göz farım ve şimdi daha sayamayacağım bir yığın ıvır zıvırım gözüme sızım sızım batmaya başladı.

Allahım dedim! Yeri geldiğinde bulmak için evin altını üstüne getirdiğin bu “şeyler” evin alt üst olunca ne kadar da zırva, lüzumsuz, boş, manasız!

Ne çok eşyamız var! Ne çok takırımız tukurumuz var! Ne kadar “boş” şeylerle “dolu”yuz!

Ayağım altındaki bu dökme çiniler için ne kadar uğraştım! Yok duvarım su yeşili değil de yağmur ormanı yeşili olsun diye İbrahim Usta’ya ne kadar dil döktüm!

Yok merdivenler yanlış açıyla dönüyormuş diye Celal Usta’nın kafasının etini ne kadar yedim!

Gözümün önüne hepsinin moloz yığını olduğu geldi.

Asla tırnaklarımı sertleştirmeyen tırnak sertleştiricimle deseninin ismi “üç nokta” olan dökme çinilerim toz olmuş karışmış, aralarında “ıslak kum” isminde boyayla boyanmış duvar parçalarım...

Bir 7 nokta ikiye bakar her şey...

Kendime en miniciğinden bir çanta hazırlamaya karar verdim.

Zaten başka çarem de yoktu. Zira yardımcım Gülçin, tam da bugünler için lazım olan iki sırt çantamı da alıp götürmüş ve geri getirmeye de zahmet etmemişti.

İstesem de istemesem de pembe iğrenç bir promosyon plaj çantasına kalmıştım.

Lens yok, ruj yok, nemlendirici yok. Bir kat pijama, bir yedek iç çamaşırı, bir yedek tişört. Gerisi üzerimde ne varsa. Blucin, boğazlı bluz, hırka, yağmurluk, on ikinci zafer yılını dolduran emektar botlarım, aynı zamanda hem şapka hem atkı olabilen yün borum ve üst üste giyilmiş iki çorap...

Gülçin sayesinde yedeklerimden de olacağımı nereden bilebilirdim...

***

Bu yazıyı Van Erciş yolu üzerinde yazıyorum. Bu gece kamptaki ilk gecem olacak. İçinde bulunduğum minibüs sanırsam normal zamanda bir okul minibüsü. Her tarafı çizgi film civcivi Tweety ile kaplı. Tweety yastıkları, Tweety sırt çantaları, Tweety çıkartmaları, Tweety desenli koltuk kılıfları, Tweety şeklinde bir koltuk. Baktım şoförün (Veysel’miş adı) anahtarlığı bile bir adet Tweety. Çadırkente Tweety’nin minik kanatlarıyla gidiyorum yani. Veysel’e Tweety’li bir şey gönderme sözüyle minibüsten iniyor ve “Erciş Yenişehir Kızılay Çadırkent Resort Spa Residence”ime yerleşiyorum.

Yarın: Çadırkent’te “hayat bayram olsa...”