Yemen'de İran'ın sorunun çıkmasına ne kadar taraf olduğu tartışmaya açık bir konu olsa da çözümün İran olmadan sağlanamayacağı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tahran ziyaretinde anlaşılmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir günlük İran seyahatinin görünür kısmı ile satır araları arasındaki farklar bir Aysberg'in su üstü ve su altı görüntülerindeki kütlesel farklılıklar kadar ilginç. Elbette ekonomik ve ticari işbirliğini daha ileri götürmek amacıyla imzalanan sekiz anlaşmaya bakıldığında Türkiye ile İran arasında komşuluğun da gerekli kıldığı önemli bir sayfanın açıldığını söylemek mümkün. Yılda 30 milyar dolarlık bir ticaret hacmi hedeflenirken bunun henüz yarısını dahi yakalayamamış olmak bu sayfayı bir an önce açmayı gerekli kılıyor. Hele İran uluslararası toplum ile arasındaki sorunları aşmak yönünde önemli adımlar atarken ve önemli açılımlar kaydederken, İran'a uygulanan yaptırımların yumuşaması ya da kaldırılmasından en çok yararlanabilecek ülkenin hemen yanıbaşındaki Türkiye olması bu zorunluluğu daha da güncelleştiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan İran'dan alınan doğalgazın Türkiye'nin aldığı "en pahalı gaz" olduğunu vurgulamak suretiyle bu konuda İran'a bir kamuoyu baskısı yaratmayı da denedi. Doğu'nun en çetin müzakerecisi ve tüccarı olan İran'a verilen bu tür mesajların ne kadar başarılı olacağını zaman içinde göreceğiz. 

Ziyaretin belki de satır aralarında gizli en önemli yanı bölgemizde olaşmakta olan dengeler ve bu konuda Türkiye'nin rolünün ne kadar etkin olduğu...Ziyaret Yemen'de başlayan ve kısa zamanda kan gölüne dönüşen durumun hemen ertesine rastladı. Bu yetmiyormuş gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yemen'deki gelişmeleri İran'ın körüklüyormuş olduğu anlamına gelebilecek türden ifadeler sarfetmesi İran'da ziyaretin iptalini isteyen seslerin yükselmesine dahi yol açtı. Bu söylemleri okuyanlar da konuyu hemen bir Şii-Sünni gerginliğinin yeni yansıması olarak yorumlamak gibi bir kolaycılığa kaçıverdiler. 

Ortadoğu 'da Türkiye ve İran'ın güçlü, etkin ve hatırı sayılır iki önemli bölgesel aktör oldukları bin yıllık bir gerçek. Arap alemi, Arap olmayan bu iki ulusun kendi üzerlerindeki güç mücadelesini tarih boyunca yaşadığını unutmuyor. Modern çağda ise, Araplar bölgenin yeni dengeleri içinde hep ABD'nin desteğine dayalı bir güvenlik sisteminden yararlanmaya çalışıyorlardı. Artık durum değişti. Öncelikle, ABD Ortadoğu'nun sorunlarına Irak macerasından sonra artık eskisi gibi doğrudan taraf olmak istemiyor. Bu da İran'ın bölgede artan nüfuzunu dengelemek maksadıyla Suudi Arabistan'ın kendi başının çaresine bakması sonucunu doğuruyor..Suudi Arabistan özellikle yeni Kral'ın tahta geçmesi ertesinde bölgede daha aktif bir rol almaya kararlı gözüküyor. Öte yandan, Türkiye son yıllarda izlediği mezhepçi dış politika nedeniyle bölgede etkinliğinin azaldığı bir konuma geriledi. Sünni alemin liderliğine soyunduğu gibi bir algı yaratan Türkiye'nin bu konudaki en önemli rakibi elbette Suudi Arabistan olacaktı. Oysa Türkiye tarafsız, ideolojik olmayan, mezhepler üstü, seküler dış politika uygulamasını sürdürebilseydi, bölgenin en etkin aktörü olmak ve İran'ı dengeleyebilmek özelliğini yitirmeyecekti. Bu durum da Suudi Arabistan'ın durumdan vazife çıkarması sonucunu doğurdu.

Suudi Arabistan İran'ın bölgedeki etkinliğinin artmasının yanı sıra ABD ile ilişkilerinin yeniden normalleşebilme ihtimalinden de ciddi rahatsızlık duyuyor. Yemen'e müdahalesinin de temel nedenlerinin başında bu geliyor. Günümüz koşullarında sorunların çözümünde hiçbir ülkenin tek başına başarı sağlayamadığının görüldüğü bir ortamda Yemen sorununu Suudi Arabistan'ın tek başına çözebilmesi düşünülemez. Zaten körfez ülkelerinin desteğine başvurması da bu ihtiyacı ortaya koyuyor. Suudi Arabistan'ın bu konuda yanında görmeyi arzu ettiği bölge ülkelerinin başında ise elbette Türkiye geliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geçtiğimiz ay gerçekleşen Riyad ziyareti iki ülke arasında yeniden ilişkilerin sıcak ve samimi bir havaya bürünmeye başladığını gösterdi. Bu durumda Erdoğan'ın "Yemen'e İran'ın karışmasından duyduğu rahatsızlığı" yüksek sesle dile getirmesi Suudi Arabistan'a verilebilecek en önemli desteği oluşturuyordu. Son günlerde ne kadar hızlı bir bölgesel trafik yaşadığımızın farkında mısınız? Pakistan Savunma Bakanı Riyad'da Suudilerle Yemen konusunda istişarelerde bulundu, ardından Pakistan Başbakanı Nawaz Şerif Türkiye'ye geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tahran'a hareketinden önce Suudi Veliaht Prens vekili Muhammed bin Naif'i ağırladık, Erdoğan'ın ziyareti ertesinde de İran Dışişleri Bakanı Zarif Pakistan'ı ziyaret edecek. Konu hep Yemen...

Ve Tahran'da yapılan basın toplantısında kullanılan sözlere bakıyoruz... Erdoğan Yemen'i anmaksızın bölgede akan kanın mezhepler üstü bir anlayışla durdurulması gerektiğini vurguluyor, Rohani ise fırsatı değerlendirmekten kaçınmıyor ve "Yemen hakkında uzun bir görüş alış-verişinde bulunduk" diyerek "Yemen'de ivedilikle ateşkesin sağlanması ve hava saldırılarının durdurulması gerektiğini" söylüyor. Devamla, "iki ülkenin, bölgedeki diğer ülkelerin de yardımıyla, Yemenliler arasında barış, istikrar ve diyalog sağlayacak geniş tabanlı bir hükümetin oluşmasına yardımcı olacaklarını umduğunu" dile getiriyor.

Yemen'de İran'ın sorunun çıkmasına ne kadar taraf olduğu tartışmaya açık bir konu olsa da çözümün İran olmadan sağlanamayacağı Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tahran ziyaretinde anlaşılmıştır. Türkiye belki de önceden hesaplanmayan bir realpolitik anlayışı ile bir yandan Suudi Arabistan'a Yemen'de siyasi destek verdiğini açıklarken, bir yandan da İran'ın çözümün siyasi ortağı olmasına yardımcı olmuştur. Realpolitik, bükemediğin eli sıkmaktır.

(Radikal'den)