"12 bin kilometre uzaktan gelen bir insanın açıkçası Türkiye denilince hemen aklına 90 senedir çözemediğimiz “Kürt sorunu”nun gelmesi, ülkem adına bir kez daha hüzünlendirdi beni"

Bundan 10 sene önce de Türkiye’ye gelmiş olan Amerikalı arkadaşım 4 gün önce bu kez eşiyle birlikte yine geldi. Havaalanından aldığımda önce Havaalanının yeni halinden, daha sonra da sahil yolundan Beyoğlu’na dek çevrede bitmek bilmeyen muhteşem çiçek, gül florasından çok etkilendiğini söyledi.

“10 yıl öncesini hatırlıyorum da muhteşem bir değişim yaşamış İstanbul” dedi ve ekledi: “İnanamıyorum Meryem, inanamıyorum nasıl değişmiş İstanbul ne kadar temiz ve modern bir şehir haline dönüşmüş.”

Önce ben sormaya başladım tabi. Obama’yı, Newyork’u, ortak dostlarımızı filan.

Amerikan nüfusunun yüzde 17’sini teşkil eden siyahların içinden bir Başkan çıkmasının hem beyaz hem de siyahi Amerikalılar için çok önemli bir kırılma yaşattığını söyledi.

“Siyahi kızgınlık” anlamına gelecek sosyopsikolojik bir kavramdan bahsetti. Ve bu kavramın getirdiği tepkiselliği artık siyahların aşmaya başladığını ifade etti. Obama ile birlikte siyah öfkenin daha mutedil bir tartışma ve anlama kıvamına geldiğini kaydetti.

Dünyadan haberdar ve üniversitede hoca olan arkadaşımla sohbetin girizgahının hemen ardından konu nasıl olduysa Kürt sorununa gelip dayandı.

Genel olarak Türkiye ve özellikle Kürt sorunu ile ilgili bir sürü soru sordu bana. 

12 bin kilometre uzaktan gelen bir insanın açıkçası Türkiye denilince hemen aklına 90 senedir çözemediğimiz “Kürt sorunu”nun gelmesi, ülkem adına bir kez daha hüzünlendirdi beni.

Yaklaşık 30 yıldır terörle de birlikte anılmaya başlanan bu sorunun çözümlenemeyişi, binlerce annenin dil, ırk ayrımı olmadan evlatsız kalması, ülke kaynaklarından milyarlarca dolar paranın heba olması, yanan yüreklerin ve yakılan ocakların dumanının hala tütüyor olması nasıl hüzünlendirmez ki insanı?

Sonra aklıma “Kürt açılımı”nın ardından Habur’da yaşanan görüntüler ve o görüntülere gösterilen tepkiler geldi.

Daha geçen hafta büyük tartışma yaratan “Genel af” meselesi üzerine koparılan gürültü geldi.

Hele düne kadar çözüm için “genel af” önerisinde bulunan BDP’nin şimdi “Bu iş genel afla olmaz” mealindeki açıklamalarını hatırladım.

Hukukun en üst kurumlarına kadar sirayet eden, ortalığı karıştıran, her an gerilmeye hazır Türkiye’nin gündemini bir kez daha germeyi başaran “Sayın” meselesiyle ilgili koparılan fırtınalar geldi aklıma.

Sonra, Başbakan’ın Kürt sorununun çözümü konusunda çok samimi şekilde ısrarla “müzakere”den bahsetmesini ve muhalefetin tüm cephesinden bu açıklamalara karşı gösterilen tepkileri düşündüm.

Tüm bu tartışmalar ve yaşananlar acı acı aklıma üşüşürken, Amerikalı arkadaşımın o sosyolojik kavramın hatırladım; kızgınlık!

Biz de toplum olarak ABD’deki o “siyahi kızgınlık” veya “siyah öfke” gibi bir ruh hali yaşıyorduk. Ölü çocuk cenazelerinin kalkmadığı il, ilçe, köy, mahalle kalmadı neredeyse.

Ve bu adeta toplum sağlığımızı bozmuş durumda. Etnik kökeni ne olursa olsun hepimizi  travmaya sokan terör belası yüzünden, bırakın sorunu çözmeyi, elimizi taşın altına sokmayı, tepkisellikten uzak kardeşçe bir dille konuşmayı bile beceremiyoruz.

Belki de bütün sorunu bitirecek tılsım buradadır.

Yaralarımız kaşımadan,

sürekli acılarımızı hatırlatmadan,

öfkemizi bilemeden,

kızgınlığımızı tepkiye çevirmeden bir dil oluşturmak.

Ama kesin olan bir şey varsa o da bu ağır yükün altına sadece birimiz değil hepimiz omuz vererek…

(Platin haber)