Engin Ardıç geçtiğimiz pazar günü (29/01/2012) Sabah\'ta yazdığı yazıda sıkı bir tespit yapmış: Özetle, \"vaktiyle hükümetin rejimi değiştirmeyi amaçladığını öne süren Kemalistler vardı; şimdi de rejimi değiştirmek istemediğini öne süren bazı liberaller var\", demiş...

Bazı fikirlerine katılmayabilirsiniz, ama muhalefet etmekle düşmanlık etmeyi ayırmış ki, bunu önemsiyorum. Çünkü, vaktiyle Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı\'nı kazandığında, O\'nun belediye otobüslerini harem-selamlık diye ayırıp ayırmayacağını tartışan bir Türkiye sözkonusuyken, bugün aynı Başbakan \"devletleşmekle\" ve \"askerci davranmakla\" suçlanıyorsa; bu Başbakan\'da değil, O\'nu eleştirenlerde bir \"aşırılık\" olduğunun delilidir. Çünkü bir insan hem irticacı, hem askerci olamaz; -varoluşsal bir ayrımdır bu- o köşeden bu köşeye kolay kolay savrulamaz.

Başbakan\'ınki bildiğiniz, ne İsa\'ya ne Musa\'ya yaranamama durumudur ve üzgünüm ama haklı olan İsa da, Musa da değildir.

Taraf\'ın genel yayın politikasındaki med-cezirleri, övgüde değil ama yergideki alaycı ve abartılı dili bir yana koyalım; bazı liberallerdeki oto-sansür ve sansürü işlerinden olunca hatırlama halini da bir tarafa bırakalım; ama el insaf bu hükümet döneminde yani son 10 yılda yapılanları liberaller bir 80 yıl daha bekleseler görebilecek miydi?

\"Kof kabadayı\", \"fetihçi zihniyet\" ve benzeri sözlerle, geçen 10 yılı çöpe atmaya gönüller nasıl elvermektedir, merak etmekteyim.

İnsan utanır; daha 10 yıl önce Türkiye, bin yıl süreceği savlanan bir postmodern darbenin liberalinden dindarına, \'Kürtleri de dinleyelim\' diyeninden, militarizme karşı çıkanına dek herkesi kırıp geçirdiği atmosferinde değilmiş de, İsviçre Alpleri\'nden esen bahar yellerindeymiş; ama bugünkü hükümet gelmiş ülkeyi geri götürmüş gibi davranmaya...

Uludere ve Hrant Dink konularına gerekli zamanda gerekli refleks gösterilememiş olabilir, kimi konularda zikzak görüntüsü verecek tavırlar gösterilmiş de olabilir. Ama insan elini vicdanına koyar; tüm bunlar, 12 Eylül\'le hesaplaşmaya, bu memleketin gelişmesinin önündeki vesayet rejiminin prangalarını ağır aksak, düşe kalka da olsa parçalamaya, 10 yıl öncesine göre bu toprakları daha yaşanılır bir yer haline getirmeye çabaladığı aklı başında her insan tarafından görülen/teslim edilen bir hükümetin tüm yaptıklarını zayi eder mi?

Çabuk unutuldu ama lutfen hatırlayın, \"Halk plaja akın etti, vatandaş denize giremiyor\" şeklindeki bir seçkincilikten, \"Genç Subaylar Rahatsız\" barizliğindeki bir militarizmden bugünlere geldik. Güneydoğu\'da Kürtlere katliamlar yapan komutanların, darbecilerin adının kışlalara, caddelere verildiği; Dersim\'e bomba yağdıran Sabiha Gökçen\'in isminin milli bir kahramanmışçasına havaalanlarını süslediği, JİTEM diye bir yapılanmanın varlığının bile inkar edildiği; Kürtlerin dağ Türkü olduğunun söylendiği; insanların beyaz Toroslarla alınıp topraklara gömüldüğü, asit kuyularına atıldığı bir ülkeydi Türkiye. Bırakın TRT Şeş\'i filan, kürt annelerinin cezaevlerindeki oğullarıyla (Türkçe bilmediği, Kürtçe konuşmak da yasak olduğu için) gözleriyle anlaştığı bir ülkeydi Türkiye.

Bütün bunların değişmesi için, kefenini sırtında taşıya taşıya (Başbakan asmak alışkın olmadığımız şey değil, değil mi?) adım atan bir hükümeti ve o hükümetin üyelerini, Uludere\'deki vatandaşlarımızı bile bile öldürdüğü önkabulüyle davranmak, üstelik bunu hançer gibi bir dille yapmak, niyetin sahihliğini sorgulatır.

Bu bir yandaş yazı değildir, çünkü hükümet üyelerinin bi-hata, bi-günah olduğunu filan düşünmüyorum... Düşünmediğimi ara ara da yazıyorum... Ancak, kişisel hesapları hükümet üzerinden görmeyi de ahlaklı filan bulamıyorum. Çünkü insafa ve adalet duygusuna inanıyorum.

(Yeni Şafak)