Evet, bu bir tiyatro kavgası değil.
Parmak sallama kavgası.
Yıllar içinde kurumlar tabii işlevleri dışında odaklaşmalara mesken olmuş.

Şimdi milletin görevlendirmesiyle gelip, "Şurayı şöyle düzenleyelim" dediğinizde, "Siz nereden çıktınız" muamelesine muhatap oluyorsunuz.
Hepsi bu.
Demokrasi olsun ama seçimi kazansanız bile iktidar olamayın.
İktidar olun ama muktedir olamayın.
Başbakan olun ama bazı alanlara müdahale edemeyin.
Cumhurbaşkanı olun ama eşinizin nasıl giyineceğine karar veremeyin.
İktidar olun ama eğitimi düzenleyemeyin. Üniversiteye el atamayın.
Evet, Tayyip Erdoğan olayı çok doğru okudu:
-Siz parmağınızı sallayacaksınız, millet hizaya geçecek. Yok öyle şey.
Bu böyle olmuş bugüne kadar.
Sanat birilerinin tekelinde. "Muhafazakâr sanat olmaz. Muhafazakâr entelektüellik olmaz. Muhafazakâr düşünce olmaz."
Böyle racon kesilmiş.

Kimlerin üstü çizilmemiş ki?

Necip Fazıl, "İslamcı" olunca şiirinin üzerine sünger çekilmiş.
Peyami Safa romancı kabul edilmemiş.
Cemil Meriç gündemden düşmüş.
Sezai Karakoç silinmiş.
Nuri Pakdil'in, Erdem Bayazıt'ın, Rasim Özdenören'in esamisi okunmamış.
Mustafa Kutlu diye birisi var mı yok mu, görülmemiş.
Cahit Zarifoğlu, Bahattin Karakoç, Abdürrahim Karakoç diye birileri var mı?
Varsa da yok olsun.
Yok olsun çünkü memlekette her şeyin varlık meşruiyeti birilerinin onayına bağlı.
Türkiye'de anti demokratik zihniyetin bütün odaklaştığı alanın "Askeriye" olduğu düşüncesi doğru değildir.
Belki Askeriye'den çok daha keskin anti demokratik zihniyet, sivil alanda odaklaşmıştır.
"Ağzı çorba kokanlar" ifadesi hiçbir zaman Asker tarafından seslendirilmemiştir.
"Ayakkabılarını kapının önünde çıkaranlar" ifadesi de Asker'e ait değildir.
"Göbeğini kaşıyan adamlar" sözünü de söylemez Asker.
Hatta "Çobanla profesörün oyu aynı ağırlıkta mı olacak" sorusunu da sormaz Asker.
Çünkü Asker de, çobanın oğludur, esnafın çocuğudur, köylünün evladıdır.
Askeri eğitim kurumları ne kadar değiştirirse değiştirsin, anasını, babasını, dayısını, halasını görür Asker...

Asıl devşirilme nerede?

Bizde asıl başkalaşma, asıl devşirilme aydınlar cenahında gerçekleşmiştir.
Onlarda da alkol-cinsellik mecrasında gelişen bir "yaşam tarzı" kaygısı vardır.
"Muhafazakârlık" adına her attığınız adımın, varıp onların alkol ve cinsellik duyarlılıklarına dokunacağını düşünürler ve peşin peşin feveran ederler. Bakın tepkilere, hemen alkole, cinselliğe monte oluveriyor köşeler...
Ondan sonra "Gelsin Asker ve bizi kurtarsın!"
İstanbul Baro Başkanı ne diyor?
"Biz zannettik ki ordumuz var. O güçlü ordu bizi korur. Artık TSK vesaire yerine Türk silahsız kuvvetleri var."
Evet, 28 Şubat'ta da Türk Silahsız Kuvvetleri devreye sokulmuştu. Ama millet, bütün o sahte kuvvetleri tarihin çöplüğüne attı. Kalıntılar orada burada "parmak sallıyorlar!"
Üstelik konumlarını meşrulaştırmak için, Tayyip Erdoğan'dan bir "parmak sallayıcı" üretmeye çalışıyorlar. Bir despot üretsinler ki, öfkeleri anlam kazansın.
Tiyatro miyatro, sanat manat geçin onları.
İşte size özel alan, açın sahnelerinizi, buluşun seyirci ile, en keskin muhalefeti yapın. Sahneleri tepe tepe kullanın.
N'oldu, birdenbire sanatın devletleştirilmesini mi sevdiniz?
Oysa ne güzel, Tayyip Erdoğan'ın "vesayet"inden de kurtulacaksınız.
Ama hem oyuna çıkmadan belediyeden maaş alıp hem dizide oynamak daha ballı oluyor değil mi?
Ondan sonra da bir "Kemalist muhafazakârlık" söylemi üretmek.
Ayıp, çok ayıp!

(Bugün)