Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun eski özel temsilcisi Kudret Özersay çok yakınen tanıdığım bir Kıbrıslı Türk değil. Bir kez Cumhurbaşkanlığı'ndaki makamında buluşup konuşmamız dışında aramızda fazla bir görüş alış verişi olmadı. Kendisini ve "toparlanıyoruz" hareketini KKTC için sosyal medya ve sivil toplum açısından bir zenginlik olduğu düşüncesi ile sempati ile izlemekteyim.


KKTC'de iktidar partisinin çok çetin bir kurultay kavgası içine battığı, muhalefetin ise bu durumu bile değerlendirmekten aciz bir vaziyette demeçler vermek dışında bir şey yapmadığı bir süreçte Kudret Özersay ve "toparlanıyoruz" hareketinin gerek Kıbrıs Sorunu'na gerekse ülke içindeki iç politik sorunlara yönelik kamuoyu ile paylaştıkları, gerçekten muhalefetin içi boş ve kimseye inandırıcı gelmeyen demeçlerine kıyasla çok daha "dolu, dolu" görüşler ve çıkışlar.


Kudret Özersay, Kıbrıs sorununun çözümü için yapılan müzakerelerin BM şemsiyesi dışında, iki toplum arasında doğrudan diyalogla yapılması önerisinde bulundu. Rum tarafının Politis Gazetesi ile yaptığı bir röportajda dile getirdiği bu görüş hem cesur hem de gerçekci!


Rum tarafının verdiği paralarla ya da özel desteklerle kendilerini parti diye tanımlayan ve 10 tane aktif üyeleri bile olmayan ortalıkta parti başkanı diye dolaşıp bol, bol demeçler vererek "Türkiye'ye söven", "Hristofyas yalakalığı yapan" ve "çözüm Rumlar tarafından yutulmamızdır" şeklinde Rum propagandası kapsamında faaliyet gösterenleri saymazsak ülkede "çözüm ancak BM'nin kararlarını dogmatik bir şekilde uygulamaktır" hatasına saplanmış ana muhalefet tam bir devekuşu misali "başını kuma sokmuş" gerçekleri göremeyecek kadar "kör" bir vaziyette "müslüman mahallesinde salyangoz satmaya" çabalamakta.


Oysa dünya bile artık yavaş, yavaş Kıbrıs Sorunu'nun eski dogmatik BM kararları çerçevesinde çözülmesinin mümkün olmadığının farkına varmakta.


Geçen hafta Almanya'da Kıbrıs Politikası kapsamında gündeme gelen bir tartışmada bu konuda uzman politikacıların "Kuzey Kıbrıs'ta Tayvanvari bir gelişmenin belki de bu sorunun çözümünde yapıcı bir adım olacağı" yönünde bir metin üzerinde tartıştıklarına tanık olduğumda KKTC'de "dogmalara" sarılmış halde politika yapmaya çalışanların haline üzüldüm.


Yine aynı şekilde bir AB ülkesinin büyükelçisinin "BM'nin vaktiyle almış olduğu ancak günümüz şartları tarafından aşılmış ve uygulanamaz duruma gelmiş kararlar bizim elimizi kolumuzu gereksiz yere bağlamaktadır. Adada çözüm BM'nin günümüze uymayan kararları ile mümkün değildir. Bunu görmemek için kör olmak gerekir." dediğine de şahit olduğumdan Kudret Özersay'ın BM tarafından dayatılan "Çözüm modeli mutlak değildir. İki toplumun başka bir model aramaları mümkün müdür? Mümkün olması gerekir." sözlerini sonuna kadar destekliyorum.


Çok sevdiğim ve takdir ettiğim ve 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın eski özel temsilcisi dostum Özdil Nami'nin "twitter" aracılığı ile bu sözlere verdiği tepkiyi de "gereksiz duygusal çıkış" olarak değerlendirmekteyim.


1960'lar geride kaldı! 2012'deyiz!


1974'ten beri çok şey değişti.


Sadece Kıbrıs değişmedi. Türkiye değişti. Yunanistan değişti. AB değişti. Dünya değişti.


Ama hala BM'nin eski "dünya düzeni kapsamında" dayattığı çözüm modeline dört elle sarılanlar galiba bu değişime ayak uyduramamaktalar!


Kıbrıs'ın "parlak geleceğini köhnemiş Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kaderine mahkum etmek" büyük bir hata olur.


Kıbrıs'ta "birbirlerine had safhada yabancı iki toplumu zorla bir çatı altında tutmayı barış için tek yol sananlar" büyük bir yanılgı içindeler.


Bu bir "AB üyesi olmak için zorunlu model" olsaydı AB'de Çek Cumhuriyeti ve Slovakya diye iki üye devlet olmazdı.


Hedef Kıbrıs adasında sürekli barış ve dostluk içinde yaşayan iki topluma huzur sağlamak ve bu sayede dünyanın başını ağrıtan bir soruna nihai çözüm bulmaksa işte bu arayışın cevaplarından birini Kudret Özersay sunmakta.


"Toparlanıyoruz" işte bu nedenle KKTC için bir şans olabilir.


"Partilimiz" diye "kollamak" zorunda oldukları bir belediye başkanı yok. Gerektiğinde eleştiriyorlar.


"AKEL ne der?" diye bir kaygıları yok. "Eski çözüm modellerine mahkum kalmamalıyız"  deme özgürlüğüne sahipler.


Geçenlerde Hasan Hastürer'in haklı olarak "KKTC'de var oluşlarını sorguladığı" "Atatürkçü Düşünce ..." tarzı Avrupa'da da  2002 öncesi misyonlarından iyi tanıdığım malüm sivil toplum örgütü olma konumunu kullanan derneklere benzemiyorlar.


KKTC sendikaları gibi "Kuzey Kore sendikalarından farksız ideolojik saplantıları" yok.


Kendini "çevre hareketi" olarak tanımlayan ama UBP dışında başka partileri eleştirmemeye özen gösterip "Dolum Tesisi'ne kendilerine yakın partilerin onay verdiği ortaya çıktığında" sesi solu çıkmayan "sahte" sivil toplum örgütlerine benzemiyorlar.


Kudret Özersay, Politis'e "Ben şahsen, siyasi ve toplumsal bir yozlaşma olduğunu görmemiz gerektiğine inanıyorum. Bir yandan politikacıların doğru politikalar izlemelerine zemin yaratmak ve buna imkan tanımak için, toplumsal yozlaşmayı ortadan kaldırmak amacıyla toplumu oluşturan unurlar olarak, artık bir şeyler yapmamız gerekir." derken çok haklı.


Dilerim bu farklılık korunur ve diğerlerine benzemeden hem sosyal medya kullanılarak hem de KKTC'ye "sivil toplumun nasıl olması gerektiği" gösterilerek en başta "Kıbrıs Sorunu" olmak üzere tüm sorunlara yönelik olarak yapıcı tartışmaların yaşanmasına katkı sunulur.