Geçen hafta Gazi Osman Paşa‘nın masonluğu hakkındaki iddialardan bahsedip bu konuda elde tek bir belge bulunmadığını ve biraderlerimizin 18. asrın ortalarından buyana isim ve önemli iş yapmış ne kadar devlet adamı, edebiyatçı, asker vesaire varsa kendilerinden göstermeye çalıştıklarını, hepsini “O da bizdendi, bu da bizdendi” diye yaftaladıklarını yazdım...

 

Nur-ı Ziya Sokak’taki biraderler hiddet buyurmuşlar, mail üstüne mail yollayıp kardeşçe zerafetlerini gösteriyorlar! Hele biri, neler neler söylemiş: Bazı ucuz konuları dilime dolamışım da, Gazi Osman Paşa, Fatih‘in Ayasofya Vakfiyesi yahut Enver Paşa‘nın Turancılığı hakkında yazacağıma hükümetin politikalarını, meselâ Suriye işini eleştirseymişim de, vesaire, vesaire...

 

Ne oldu birader? Ne bu siyaset merakı? Yüce mimarınızın gönderdiği öğretilerinizin sermayesi suyunu mu çekti? Kardeşlik, aydınlanma, maşrıkın nûru, magribin zulmeti, fırtınada işitilen feryadlar, figanlar, vesaireler gibisinden zırvaların dibine darı ekildi de edecek başka lâfınız mı kalmadı? Bu yüzden mi siyasetten bahsetmeye daha doğrusu bahsetme cesaretini kendinizde bulamayıp da başkalarına akıl vermeye başladınız?

 

MEĞERSE NE YAPMIŞIM?

 

Nur-ı Ziya Sokak’taki mekânınız hukuken bir dernek, yani bir sivil toplum kuruluşu değil mi? Çıkıp konuşsanıza! Suriye meselesinde bana vermeye çalıştığınız o tuhaf ve eksantrik fikirleri siz neden söyleyemiyorsunuz? Dilinizi mimar mı bağladı, Hiram mı yoksa bizzat dul kadın mı? O konularda niçin iki kelâm edemiyorsunuz? Suriye meselesinin temelini tâââ Haçlı Seferleri’ne kadar görütüp bana akıl vereceğinize bilmem kaçıncı derece ritüellerinizde o seferlerdeki haçlı kumandanların yahut feşmekân şövalyelerin hatırasına haykırdığınız “Elohiiiim! Yatakavuluuuu! Protoktamiyakratiiiin! Helevipolristukatuynotrakiiiis” gibisinden tuhaflıkları neden söyleyemiyorsunuz?

 

Gazi Osman Paşa‘nın mason olduğu iddiasını dilime doladığımı söyleyene bak! Paşa’yı sen kendi reklamın için kendinden göstereceksin, işittiğin her devlet adamı için “Bizdendiiiir” diye palavralar atacaksın, üstelik aslında vârolmayan bir şeyhülislam bile uyduracaksın...

 

Bütün bunların üzerine ben kalkıp “Höst biraderler! Atmayın!” diyeceğim ama sen cevap niyetine “Paşa mason olsa ne olur, olmasa ne olur? ... Böyle bir şeyhülislam olmayabilir” gibisinden ucuz kaçamaklara sapacaksın, bunun adı da “Masonik edep” olacak! Bir diğer birader, “Nezaketin sınırlarını bu kadar düşük tutmasa idin seni locanın kütüphanesine davet eder, bazı fotoğraflar gösterirdim. Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi’nin ‘kardeş sofrası’ndaki resimlerini görürdün” buyurmuş... Anlayacağınız, birader Kafdağı’ndan kar bağışlayacakmış ama o fırsatı kaçırmışım... Hem de ne fırsat! Öyle bir tarihî hazineyi tepmişim ki...

 

KONUŞMAYIN, YAYINLAYIN!

 

İşin şamatasını, resim, ziyafet, sofra ve bilumum tıkınma kavramlarını bir tarafa bırakın ve şayet varsa, bahtsızlığım yüzünden ziyaret şerefine nâil olamadığım o arşivinizden Musa Kâzım Efendi‘nin tekris evrakını yayınlayın, görelim ve rahmetlinin “tamassun” ettiğine inanalım! Ama şayet yoksa, dolayısı ile yayınlayamaz iseniz ve ben bizzat Efendi’nin kendisine atılan bu iftira sebebiyle kaleme aldığı risâleyi mübarek nazarlarınıza sunar isem ne yapacaksınız? Yüce mimarınızdan gidip af dileyecek misiniz?

 

Çocukluk ve gençlik senelerimde gerek ailem, gerekse de aile çevremiz vasıtası ile isimleri artık tarih kitaplarında olan çok sayıda mason tanımış olduğum için şimdi açıkça söyleyebilirim: Biraderler, iddia ettikleri çok büyük güce o zaman da sahip değillerdi, sadece “sahip olduklarını” söylerler ve inanırlardı ama hepsinde kalite vardı, kendilerinden olduğu iddiası ile öyle tırışkadan isimler uydurmaz, daha da mühimi ucuz politikadan medet ummazlardı ve efendi insanlardı...

 

Ekonominin o meşhur “Gresham Kanunu” demek ki localarda da hükmünü yürütmüş ve kötü para iyi parayı süpürüp kovmuş!

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)