Geride kalan bir yılın son haftalarında sizlere seslenebilmek gerçekten çok güzel!

Her zamanki gibi şükür içinde geçmiş günlere ve aylara baktığımda, yaşadığımız her olayın ve yaşantımıza girmiş olan herkesin bizler için büyük nimetler olduğunu bir kere daha fark ediyorum. Olumsuz gibi görünen her olayın arkasında ve bize zarar vermiş gibi görünen herkesin aslında bizler için seçilmiş öğretmenler olduklarını tekrar tekrar görmüş oluyorum.

Her sene kendimize pek çok hedef ve amaç ediniriz. Benim bu sene için kendime seçtiğim pek çok güzel hedeflerim var…Nedir mi bunlar? Her anı denge içinde ve nötr algı içinde geçirebilmek bir sene içinde kendimize hedef olarak seçebileceğimiz en iyi hedeflerdir. Her anın içinde kalarak yaşayabilmek, zihinde kalarak, olabilecek olasılıklar üzerinde düşünüp durmadan, kimseyi yargılamadan yaşayabilmek! Her anın içinde, herkes ile, her deneyimi sevgi ile karşılayabilmek! Sevgi, dünyayı döndüren, tek ihtiyacımız olan tek duygu, his durumu!

2015’in hedefi, sevgiyi daha çok yayabilmek, daha derinden hissedebilmek ve de karşılık beklemeden, tüm çevremize yansıtabilmek! Sevgi, şefkat, kabulleniş, neşe ve saygı! İşte benim 2015 hedeflerim bunlar! Sevgili okurlar, sevgiyi ilk olarak nerede hissedebiliyoruz? Elbette ailede değil mi? Bu konu ile sizlere son günlerde izlediğim bir film, oyundan bahsetmek istiyorum. Isreal Horowitz’in yazmış olduğu oyununu, ilk kez beyaz perdeye geçirmiş olduğunu öğrendikten sonra, oyun olarak da günümüzde sahnelenen, eser, * My Old Lady* isimli filmden bahsetmek istiyorum.

Filmde, çocukluğunu anne ve babasından sevgi görmeden büyüyen iki yetişkinin hikayesi anlatılıyor. Sadece kâğıt üzerinde kalarak devam etmiş evlilikler içinde büyüyen çocukların, yetişkin oldukları zaman yaşayabilecekleri zorluklar, psikolojik travmalar değişik bir öykü içinde izleyenlere sunuluyor. Oldukça sevgisiz ve soğuk bir ilişkiye tanık olmuş bir çocuk, annesinin üzüntüsünü görerek büyür, büyüdüğü zaman ise ilişkilerinde tutarlı olamaz ve alkolizm ve işsizlikle uğraşır. Bir diğer acılı çocuk ise, aynı şekilde bir anne babayı deneyimleyerek, evlilik yolunda ilerleyemez ve de önünde bir örnek olmadığı için büyüdüğünde, evlilik dışı bir ilişki içinde bulur kendisini.. Bizlerin beraberliklerimiz içinde kendi mutluluklarımızdan sorumluluk alarak aileler kurmamız ne kadar da önemli değil mi? Sadece beraber olduğumuz kişiye ve beraberliğe değil de, kendimize de sorumlu olduğumuzu hiç bir zaman unutmadan, kendimize sahip çıkmanın ne derece önemli olduğunu bir kez daha anlamış olduk.

Evlilik konusunda kendimize sahip çıkmak konusunda ise, bir başka örneği ise yine izlediğim başka bir filmden size vermek istiyorum. 1848-1854 yılları arasında yaşamış olan, boşanma konusunda tarihte belki ilk kez adım atmış olan bir kadın, Effie Gray. Effie Gray, döneminin en meşhur sanat kritiklerinden biri olan John Ruskin ile çocuk yaşında evlenir. Ancak, beş yıl kadar bir süre boyunca evliliklerinde en ufak bir sevgi ifadesi, yakınlık ve kalpten beraberlik olmayınca Gray, müthiş cesur bir adımla, o dönemin avukatları ile Ruskin’ den ayrılmayı başarır. Boşanmayı gerçekleştirmenin sonunda ise, Pre-Raphaelite ressamlar grubuna dahil olan Millais ile evlenir ve mutlu bir evlilik gerçekleştirir.

Effie Gray’in, Ruskin ile olan evliliğinde yaşadığı depresif dönem, yine bu kış çok güzel bir şekilde beyaz perdeye yansımıştı. Kendimize sahip çıkabilmek, kendimizi sevmek, kendimizi saymak ve değerimizi bilmek ile ilgili elbette! Biricik ve özel olduğumuzu unutmadan, hem kendimizi hem de diğerlerini sayarak bir bütün olduğumuzu unutmamak!

Sevgili okurlar, gelin önümüzdeki senenin sizler içinde hedeflerinden biri kendinizi, başkalarını ve hayatı daha çok sevmek, kendimize sahip çıkarak içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmak olsun!

Sevgi ve huzur içinde güzel haftalar diliyorum.