İşaret parmağımla deniz kabuğu rengindeki duvara dokundum. Önce hafif bir titreşim oldu, ardından duvarda bir gevşeme. Parmağım yumuşak bir dokunun içine girdi. Duvar esnedi, gerildi. Ardından silik bir çatırdama sesi duyuldu. Duvar yeniden esnedi, esnerken haşırdadı, çatırdadı ve kırıldı. Artık duvarın içindeydim. Tepeleri olmayan bir çölde kum fırtınasına yakalanmışçasına hortumun beni savurduğunu hissedebiliyordum. Yüzüme gözüme çarparak bitmek bilmeyen bir taş ve kum kasırgasının tam ortasındaydım. Vakit geldiğinde duvar beni kendi boşluğuna aldı.

 Kum fırtınasının ardından duvarın boşluğuna yüzlerce kelebek akın etti İçlerinden biri gelip işaret parmağıma kondu. Sarıydı, yeşildi, pembeydi ve mordu. Yüzü çok tanıdıktı. Gözlerindeki ima bana huzur verdi. Binlerce kelebek aniden etrafımı sardılar. Kaskatı duvarın soğuk griliğinde onlardan başka tanıdık hiçbir şey yoktu artık.

Kelebekler huşu içinde salınırken ruhumun derinliklerinde bir boşluk hissettim. Ne hissettiğimi anlamış olmalılar, saniyeler içinde binlerce kelebek toplanıp kocaman renkli bir küre şeklini aldı. Ve aniden patlayan bir toz bulutu gibi dağılıp gözden kayboldular. İşte o an buna neyin neden olduğunu anladım; rengarenk kelebek topunun tam arkasında, iri siyah gözlerini bana dikmiş, sekiz tüylü bacağının üzerinde cehennemden fırlamış gibi duran bir örümcek vardı.

İşaret parmağımı bir ümitle duvara bastırdım. Olmuyordu, duvarda hiçbir hareket yoktu. Yeniden denedim, örümcek bana yaklaşmadan geri gitmeliydim. Olmuyordu! Çaresizdim. Arkamı dönüp yeniden örümceği görmekten korkuyordum. Sanki dönsem onunla burun buruna gelecektim. O yapışkan, sıcak nefesi saçlarımda dolanıyor gibiydi. Kaçmak için bir hamle yapmalıydım.

Sonra düşünemez oldum.

En son düşündüğüm süratle koşabildiğim kadar koşmak olacaktı ama sonra bu düşünce benden alındı. Beynimin içi koca bir hiçlikle doldu. Biri beni yavaş yavaş döndürdü. İşte o an örümceğin kibirli gözlerinde kendimi ve örümceği gördüm. Örümceğin ince, titrek dudaklarının arasında bir elmas gibi ışıldayan zehiri duruyordu. Zehir, acele etmeden gevşeyerek yavaş yavaş akmaya başladı. Duvarın ürkütücü boşluğunda kendine bir yer buldu. Kaçacak yerim yoktu. Kendimi tüm gücümle duvara yasladım ve gözlerimi kapattım. Örümceğin nemli nefesini omuzumda hissettiğimde artık olan olmuştu.

Isırılmıştım!

Omuzumdan enseme yükselen zehrin sıcaklığı önce dilimi bağladı. Dilim ağırlaşmış ve saniyeler içinde neredeyse tüm boğazımı kaplayacak kadar büyümüştü. Bunu fark eder etmez bacaklarım boş bir çuval gibi hissizleşti ve beni yere düşürdü. Yere kapaklanır kapaklanmaz zehir, tek tek kaburgalarımın arasında dolaştı. Kulaklarım, bir uçağın on bir bin fitte uçarken aniden irtifa kaybetmeye başlamasıyla duyulan basınçla patladı. En son gözlerim karardı. Göz bebeğim, göz çukurumdan alındı ve daha önce hiç görmediğim bir kapıdan içeri atıldı. Aklım, artık ben sandığım ruhuma ait değildi. Tüm bunlar olurken örümcek bir an bile oradan ayrılmadı. Tüm bedenimi felç etmişti.

Gözlerimi açtığımda örümcek bana gülümsedi.

***

Peter Benjamin Parker'ın gizli kimliği olan “Örümcek Adam” Stan Lee ve Steve Ditko tarafından tasarlanmış kurgusal bir kahramandır. İlk kez Marvel Comics'in "Amazing Fantasy" isimli çizgi romanında 1962 yazında ortaya çıkmıştır. O günden bu yana, dünyanın en popüler süper kahramanları arasındadır. Böylesine donanımlı bir süper kahramanı izlemek ve okumak eminim benim gibi birçoğunuzu heyecanlandırıyordur. Hem renkli sayfalarda hem de beyaz perde de bu kahramana hayran olmamak elde değil. Geçmiş yıllarda filmin sonu geldiğinde hep düşünmüşümdür: Neden gerçek olmasın? Şimdi ise her New York seyahatimde Times Square’den geçerken mırıldanıyorum, “Hadi çık ortaya” J