Çok çok küçük bir çocuk iken, altımı pislettiğim, donlarıma çiş yaptığım zamanlardan bahsediyorum yani, komedi, palyaço olmak istemiştim. İnsanları gülmekten kırıp geçirmek istiyordum. İnsanlar yerlerde yuvarlanarak kahkahalar atsın istiyordum. Çünkü gülen, gülümseyen, kahkaha atan ama bunu temiz bir kalple, saf niyetlerle, coşkulu bir ruhla yapan( yani hinlik olsun diye sırıtmayan, insanı çıldırtmak için dişlerini göstermeyen ve kahkaha atıyorum diye insanı sadece sinir etmek için böğürmeyen) insanlara hep hayran olmuşumdur ,onlara saygı ve sevgi hissetmişimdir ve onlara bunu daha çok yaptırabilmek için, bu gülmeleri, kahkahaları onların yüzünde daha çok görebilmek için;  sanat  olmalı diye küçük aklımla düşünmüştüm ve sinemada gördüğüm palyaçolar, komedi filmlerindeki baş komedyenler gibi olmak istemiştim.

İşte o zamanlar insanları güldürmek, insanlara kahkaha attırmak gerçekten çok zordu. Hayır! O zamanlar terör yoktu, işsizlik bu kadar çok değildi, kimse böyle aç yatmıyordu, mülteci dramları ve trajedileri böylesine yaşanmıyordu. Sokaklarda bu kadar dilenci yoktu. Kucağında bebek olan dilenci kadın görmek pek mümkün değildi. İnsanlar sokak kapılarını kilitlemeden yatarlardı. Zaten o zamanlar kilit diye bir şey yoktu. Sokak kapılarının üstünde bir delik vardı ve o delikten kurşun kalem büyüklüğünde bir ip sarkardı. O ipi çektiğiniz zaman kapı açılırdı. Gündüz herkesin kapısının ipi kapının sokak cephesinden sarkardı, gece olunca bu ipleri evin içinden çekmek gerektiği halde, çoğu zaman unutulurdu. Babamın fırınındaki asma kilide Nasreddin Hocanın kilidi derdik. Çünkü göstermelik bir kilitti, yani fırın kapalı anlamına geliyordu. Ama isteyen kilidi kaldırıp içeri girebileceğini biliyordu. Babam gece bekçilerine hep söylerdi ‘’ Çok üşürseniz girin içeri, fırından şu mangala ateş çıkartın, ısınırsınız, burada ekmek, simit var, yiyebildiğiniz kadar yiyin, sigara içmek isterseniz şu çekmecede ‘’derdi. İnsanlar arasında güven vardı. Bir çocuk kaybolduğu zaman akla gelen en kötü şey çocuğun yüzmek için dereye gidip boğulabileceğiydi. Ben dereye bir defa gittim ama babamdan yediğim fasılalı dayaktan sonra bir daha gitmedim, yüzmeyi de bu sebepten çok geç öğrendim .Ama çocuk kaybolduğunda sapık, organ mafyası, çocuk hırsızı ,fidyeci  gibi belalar söz konusu değildi, akıllara düşen bir hayal bile değildi.

Ama bu kadar güven varsa da insanlar çok duyarlıydı. Bir mahalleden bir cenaze çıksa, kimse o mahallede radyosunun sesini fazla açmaz, açsa bile sadece haberleri dinlerdi. Şarkı, türkü dinlemezdi komşular. Çünkü radyo sesleri sokaklardan duyulurdu. Birisi hasta olsa mahallede insanlar kendilerine gülmeyi yakıştıramazdı. Bir çocuk düşse sokakta ve burnu kanasa, başı yarılsa o gün, kızamık olsa bir bebek, o gün ve  gece bütün mahalle çok üzülürdü, herkes somurturdu. Bir kedi ölse sokakta, bir ağaçtan bir kuş yumurtası veya kuş yavrusu düşüp ölse, bir köpeğin kuyruğu kopsa, insanların neşesi kaçardı, insanlar öfkesinden, üzüntüsünden sigara üstüne sigara içer,’’ Hey güzel Rabbim!’’ deyip dualar ederdi.

Günümüzde on tane yarma gibi adam, bir kadını yarım saat dövse insanlar sırtını, yüzünü dönüp yürüyor ve gidiyor. 30 tane şehidimiz oluyor, insanlar komedi filmi izliyor. Yoksulluk, işsizlik, mülteci dramları gırtlağımıza kadar gelmiş ama herkesin bir elinde cep telefonu, diğer elinde sigara ve kutu bira. Şamata, geyik muhabbeti denilen gevezelik diz boyu sokaklarda ve caddelerde. İnsanların gözleri  önünde adam öldürüyorlar insanlar sadece kameralı cep telefonlarına çekim yapıyorlar.

Bu yüzden kimse bana darılmasın, gücenmesin ama ben eski komedyenlere, eski palyaçolara saygı ve hayranlık duyardım. Şimdikilere de saygısızlığım yok ama bence şimdikilerin öyle çok derin sanatçı ve şaka ustası olmalarına gerek yok.

Çünkü insanlar kışın buzlu yolda kayıyor ve belini, kafasını kırıyor, sakat kalıyor ama onu görenler gülmekten bağırsakları ağızlarından fırlayacakmış gibi oluyor. Çok af edersiniz, çok özür dilerim ama ‘’ Vay p….venk’’ diyor adama ve kadına da ‘’vay or…pu’’ diyor, adam da, kadın da, seyirciler de gülmekten yerlere yatıyor. Yahu adama hakaret ediyor, burada bir şaka ustalığı, bir mizah zekası, bir güldürme oyunu yok ki!

En son televizyonlardan izlediğim habere ise çok takıldım. İstanbul’da bir çok korku evi varmış. Korkmak ve eğlenceli vakit geçirmek isteyenler parasını ödedikleri saat kadar bu evde kalıyorlarmış. Düşünün lütfen! Korkmak ve eğlenceli vakit geçirmek! Korku ve eğlence yan yana!

Bu millete, bu insanlara dönüşüm yaşattılar! Bu insanlar yalama oldu! Bu insanların genetik haritaları ve genetik şifreleri arıza veriyor! Korkmak için para ödüyorsun çünkü  korktuğun için eğleniyorsun! Aman bu arkadaşlara lafım yok! Sonra yakama yapışırlar ve ’’ Sana ne p…venk , para da benim , korkacak g..t de benim, ne istersem onu yaparım!’’ deyip ağzımı burnumu dümdüz edene kadar döverler ve sonra cep telefonuna kaydedip kahkahalarla gülerler ve sonra da İnternete yüklerler, televizyonlarda da kahkaha programlarında çok komik diye  izlersiniz!

Artık komedi ustası olmaya gerek yok! Çocuklara cinsel istismar, kadına şiddet, sokakta adam öldürmek…insanlar her şeye gülüyorlar ve her şeyi cep telefonlarına kaydedip televizyonlardaki eğlence-komedi programlarına gönderiyorlar.

Asker ve özel harekat polisleri ve jandarma canını dişine takmış, bu şakabaz, bu eşek o…ursa gülmekten patlayacak hale gelmiş bireylerimizin neşesi kaçmasın diye kelle koltukta ,can pazarında vatan ve millet savunması yapıyor, can verip şehit oluyor, kol, bacak verip malul gazi oluyor. Savunulan evladı milleti neşeli vatandaşların çok genel bir kısmının  ise  keyifleri çok gıcır!

Televizyonlar bir zamanlar duyarlı olun kampanyaları yapardı, şimdi anı yaşa propagandaları var. Şehit anasının yüreğine kor düşmüş ,o anayı hem teselli hem de ibretle ve metanetle analiz etmemiz lazımdır ama biz güzelleşmek için her tarafını gerdirip bisiklet lastiği şişirir gibi tüm derisini şişiren kadınları, adamları analiz ediyoruz!

Ağzımı açmak istemiyorum çünkü sonra ‘’ Bu dünyada hepsi lazım kardeşim, ölenle ölünmez, güzelleşmek de bir ihtiyaçtır, bu da bir sektördür, bu da bir turizm ve ticarettir’’ masalları duyabiliriz! Ama cenaze namazına gelmiş insanları gülsünler diye gıdıklıyor musunuz? Şehit babasına, daha evladını gömmeden ‘’gel sana şu emlak şirketinden, şu taksitle ,şu evi sana satalım!’’ diyor musunuz? Karısını kanserden kaybetmek üzere olana adama ‘’gel şurada defile var, izleyelim’’ diyor musunuz? Şimdilik demiyorsunuz! Ama sosyolojimizin turp salatası gibi rendelendiği, psikolojimizin turşu gibi ekşi ve tuzlu hale geldiği ve daha da bozulduğumuz bu sürecin sonunda bunlardan daha ağırlarına şahit olacağız!

İnsanı insan yapan ruhuydu, vicdanıydı, aklıydı, zekasıydı….medeni dünya bu insanı kavramların hepsinin üstüne zift döktü!

Sizi tebrik ediyorum Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler, medeniyet yamyamları falan filan….

Artık komedyen, mizah ustası ,tek kişilik tiyatro oyuncusu olmak istemem.

Artık sadece klarnet çalabilen bir müzik dehası olmak isterim.

Hem okudum, hem de yazdım, yalan dünya senden bezdim nağmelerini klarnete öyle bir şiddetle üflemek isterim ki, dağlar sarsılsın, ağaçlar dallarını eğsin, kuşlar ağlasın, kargalar sussun, kediler ve köpekler üzülsün….ve melekler beni alkışlasın!

İnsanlara hiçbir lafım yok gayrı! İnsanlara ne söyleyeyim, ne çalayım!

Belki yazılarımı okuyan arkadaşlara, dostlara ‘’ Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır!’’ nağmelerini küçük bir mızıka veya klarnet ile dinletmek isterdim.

Ama artık ciğerlerim de çok yorgun! Hani derler ya’’ Ciğeri beş para etmez herif!’’ diye! Evet her denizci, her asker gibi ben de ciğerlerimden çok darbe aldım. Denizci, asker olup da ciğerlerinden, böbreklerinden, midesinden, sinirlerinden, aklından darbe almayan yoktur! Bu darbeleri almadan önce Roman bir ustanın klarnetçi çırağı olmak isterdim ama nefesim artık sadece çok ağır tempo, çok ağır yol ileri hayatta kalmaya yetiyor!

Çok ciddi, seviyeli haber siteleri, gazeteler Bulgar Baba Vanga’yı ve Fransız Nostradamus’u ikide bir sahur pilavı gibi önümüze koyuyorlar şöyle kehanet, böyle mucize falan deyip  zihin kirliliği yaratıyorlar.

Kahinlere gerek yok efendiler! Dünyanın hali belli! Dünyanın gidişatı belli! Yarı robot, yarı hayvan ve biraz da yapay zekalı yaratıklar haline getiriliyoruz!

Siriuz Uzay Bilimleri araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan’a açıkça soruyorum! Biz kendimizi kaybetmişken, uzayda başka canlıları bulsak ne olur, bulmasak ne olur? Ve çok şüphelendiğim çok önemli bir konu! Acaba diyorum uzaylı diye aradığımız bu gelişmiş varlıklar bizim asıllarımızı göklere kaçırdılar da fotokopilerimizi burada mı bıraktılar? Veya insan, zeki, akıl birikimlerimizi hortumladılar da bizden geriye sadece et, deri, kemik ve biraz da sinir yığını mı kaldı?

Mesela Kadına şiddeti protesto eden  kadınlar dayak yiyiyorlar!  Mesela dini vakıfta çocuklara cinsel istismarda bulunan, tecavüz eden meçhul kişileri savunmacı tutum içine giriliyor! Mesela dini alimler 6 yaşındaki kız çocuğu ile nikahı caiz görüyor, mesela berdel denilen iğrenç bir olay var, çok tövbeler olsun herif  başka bir herife ‘’ sen bana kızını ver, ben de sana kızımı vereyim’’ diyor, mesela kocanın ölü karısı ile şu kadar saat cinsel ilişki yaşanması caizdir diyor, mesela savaş esiri kadınlara tecavüz etmek caizdir çünkü onlar savaş ganimetidir diye fetva veriyor. Mesela Orta doğudaki terör ölümleri kedi, köpek ölümü gibi algılanıyor ama Avrupa, Amerika kentlerindeki ölümler cennetteki melekler öldürülmüş gibi muamele görüyor. Mesela Belçika’da terör denilen cinayetleri işleyen katiller açıklama yapıyorlar ve bunlar daha tadımlık diyorlar. Mesela Türkiye’de okullara, hastanelere, kreşlere, sağlık ocaklarına saldıran ve küçük çocukları, bebekleri kendilerine canlı kalkan yapan teröristleri, medeni geçinen dünya stratejik ortakları, müttefikleri olarak tanımlıyorlar.

Kısacası şaşkın, sapıtmış, yolunu kaybetmiş bir insanlık kervanı uzun ince bir yolda gündüz ve gece gidiyor ve yolda herkes anlamlı, anlamsız kahkahalar atıyor, sırıtıyor, fetvalar veriyor, taklalar atıyor, naralar atıyor!

İşte tam bu noktada ‘’ Allah!’’ demekten başka bir şey gelmiyor elimden ve bunları düşünmekten ocağın ateşini açık bırakıp, pantolon, ayakkabı giymeyi unutup sokaklara, caddelere  çıkacak durumlara düşmekten korkuyorum ! Veya su bardağına kaynak suyu döküp içme suyu diye ağzıma götürmekten ürküyorum! Evet çok dikkatli olmak lazım! Seyir defteri elli sekizinci cilt,272.nci  sayfa, yıldız tarihi 27 Mart 2016, barometre ve termometre değerleri anormal, gemi arızalı, dümen kırık, radar bitik, pusula ve haritalar kayıp, mürettebat cıvıtık… Kocaman, sınırsız ,başlangıcı ve sonu olmayan, ilahi yaratanın oyuncağı olan bu  evrende;  bize tertemiz masum bir bebek gibi emanet edilen ama bizim kahpeleşmiş, fırıldak bir hale getirdiğimiz dünya denilen uzay aracımız, yeryüzü alemi denilen bu dönek karavanımız  kara deliğine doğru gidiyor! Mürettebat gülüyor, yolcular kahkahalar atıyor ve önüne gelen birbirini boğazlıyor ve sonra da cep telefonuna çekim yapıp ‘’ hadi be!’’ diye zevkten tepiniyor! Bu yazı en kısa nasıl anlatılırdı? Şöyle anlatılırdı!

Hah hah ha arkadaş!  heh heh he yoldaş!


www.tarazastana.com