Her sene Eylül ayının başlarından, bir sonraki yılın Mayıs ayı sonuna, hatta Haziran ortalarına kadar, işim gereği düzenli düzensiz bir sürü seyahatim olur. Bahsi geçen 7-8 aylık dönemde, İstanbul Havalimanı, neredeyse ikinci ofisimiz gibidir.

İki yıl kadar önceydi. Yine bir seyahat öncesi, sabahın erken saatleri. Havalimanında kahvaltı ediyoruz. Fatma Barbarosoğlu’ndan bir mesaj aldım. Yeni Şafak’taki yazılarını okumak ve Tivitır’daki mesajlarını takip etmek dışında kendisiyle herhangi bir tanışıklığım yoktu o güne kadar. Ama benden, Nihayet Dergisine, gündelik, küçük, insanî meselelerimize dair yazılar yazmamı istiyordu.

Kendimin farkındaydım elbette. Hayatımda hasbelkader bir edebiyat/kültür yayıncılığı dönemi olsa da, imzası tanınmış biri değilim. Diş hekimliği camiasında epeyce bir çevrem var, eyvallah, lâkin onun dışındaki dünyada ismim pek bilinmez. Bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin etkili gazetelerinden birinde köşe yazan, önemli bir aylık derginin genel yayın yönetmenliğini yürüten, kıymetli eserlere imza atmış (ki kendisini seneler önce, Dergâh’ın arka kapağındaki yazılarından tanımıştım ilk) bir yazar, benden birşeyler yazmamı talep ediyordu. Yazı çizi taifesinden, kendisiyle kıyas kabul etmeyecek kadar sıradan, hatta vasat, hatta vasatın da altında nice insancığın, kendi minik dünyalarını lüzumundan fazla önemsemenin verdiği komik kibirle küçük dağları sahiplendiği, “büyük üstad” havalarına girdiği bir dönemde hem de… İçimin şöyle bir ürperdiğini itiraf etmeliyim.

Nihayet Dergisinde ilk makalem Ağustos 2015 sayısında çıktı. Saydım baktım, bu güne kadar da toplam 19 yazım yayınlanmış dergide. Biraz fazla detaycı olduğumdan mıdır bilemiyorum, çok kolay yazan biri değilim. Kaleme aldığım metinleri, resim yapmak, heykel yontmak veya mimari bir eser inşa etmek gibi gördüğümden, kalıcı olmasını arzu ederim. Belki bu mıymıntılığım sebebiyle, belki de yazmanın verdiği hazzı daha geniş zaman dilimlerine yayma güdüsü yüzünden, hızlı değil yavaş üretebilen bir insanım.

Bütün bunlardan sebep, sözünü ettiğim 19 makaleyi hazırlamak da, 19 saat yahut 19 gün değil, çok daha uzun vakit aldı. Ama bu sayede, bir çok kitabı okuma veya tekrar okuma fırsatı buldum, kimini yeniden gözden geçirdim. Daha önce okuduğum ama idrak edemediğim nice metni idrak etme imkânına kavuştum. Derginin entelektüel seviyesi gayet yüksek bir okuyucu kitlesi var. Yazılarımla onlara ulaşabilmiş olmak da bambaşka bir tecrübeydi benim için.

Netice itibariyle şunu açıkça söylemeliyim, yoksa eksik kalır: Nihayet Dergisine “katkıda bulunmak” için çıktığım yolculuğun bana kattıkları,  benim dergiye naçizane katkılarımdan katbekat fazla oldu.

• • •

Fatma hanımın Nihayet’i bıraktığını duyunca, “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez” Hadis-i Şerif’i fehvâsınca, kısa da olsa böyle bir teşekkür notu yazmak istedim.

Başta Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman hanımlar olmak üzere bütün Nihayet Dergisi ekibine, tanışma fırsatı bulduğum Beyza Karakaya ve Serap Kabakçı’nın yanısıra adını bilmediğim, tanışma fırsatı bulamadığım ama dergiye emeği geçen herkese, yürekten teşekkür ederim.