Pembe kazaklı kadın, yalnızlığının, olmayan sınırları içinde oturmuş, kahvesini yudumluyor.

Titreyen elleri, soğuktan değil... elinde taşıdığı cam kalbi düşürürsem diye korkusundan...

Kırılan parçaları toplayamazsam, yine kanar, yine canım acırsa diye….


Gazete okumaya çalışıyor, bir yerden duymuş, beklemenin en güzel yoluymuş okumak...

Olmuyor, satırları takip edemiyor. Cam kalpten gelen pıtırtılar arttıkça artıyor. 

Korkular yükseldikçe taşıyor.

Gazete okumak mı? Yerinde oturamıyor içinden taşan heyecanıyla...


Düşünerek vakit geçirmeye çalışıyor, 

“Ne kadar yanlızım acaba?" sorusu takılıyor kafasına. 

En sevmediği, hiç istemediği, cevabına hiç yanaşmadığı o soru…

Cevap vermemek için elinden geleni yapıyor, 

2 yudum kahve alıyor, 

gazete resimlerine bakıyor, 

yan masadaki konuşmaları dinliyor. 

Yüreğini yakan o sorunun veremediği cevabı, şimdilik onu rahat bırakıyor.

Artık sadece bekliyor. 

Dışarı bakmak demişken, karşıdaki nehirden geçen tekne onu ne kadar ilgilendiriyor acaba?

Vakit geçiyor, duvardaki saat onu ürkütmeden sessizce ilerliyor.

Pembe kazaklı kadın, sonunu bildiği bu oyunu bir kere daha kaybetmek üzere olduğunu anlıyor. Kızamıyor kendine aslında ama,  

Son umdunu da kendi ayakları ile eziyor ve ayağa kalkıyor.


Hala titreyen tombul parmakları, bu defa gözünü yakan damlayı siliyor. 

Kalbinin parçalarını masanın üzerinden topluyor, bitiremediği kahvesini emanet bırakıyor. 

Hiç de emin olmak istemeyen adımlarla, elinde cam kırıkları, dilinde, "ne kadar yanlızım?" sorusunun cevabı, usulcacık dışarı süzülüyor...