Güzelce serilmiş, çarşafları mis gibi kokan yer yatağımıza oturmuş, tüm günün değerlendirmesini yapıyorduk. Seda, bütün merakı ile neler konuştuğumuzu soruyor, detay vermez isem aynı soruyu evirip çevirip yineliyordu. İkinci buluşma olacağı için, beni beğenip beğenmeme noktasında, kafamda en ufacık bile soru işareti kalmamıştı. Ben de karşımda, yaşı oldukça genç olmasına rağmen çok beyefendi, saygılı ve sevgi dolu birini bulmuştum.

Seda, bana soruyordu sormasına ama ben daha kendime içimde bulunduğum duyguları açıklayamıyordum. Hissettiklerimin tarifi yoktu. Bizim kıkırdamalarımıza Nevin teyzem arada kafasını kapıdan uzatıp, “Bana hiç anlatmıyorsunuz, aşk olsun kızlar.” diyordu. Hatta gelmelerinden birinde bütün tecrübesini konuşturup, “Bu gülüşmelere bakılırsa ortada kesin erkek mevzuları var” dedi. Bizim daha çok gülmemizden ve birbirimize bakışmalarımızdan durumu anlatmamıza bile gerek kalmamıştı. O da “Hadi, siz kaynatmaya devam” diyerek kapıyı arkasından kapattıktan sonra, cama yansıyan siluetinin yok olmasından koridorda uzaklaştığını anlıyorduk.

Bütün gece, aklımıza ne mevzu geldiyse konuştuk. Giyeceğim kıyafetten, takacağım takıya hatta süreceğim parfüme kadar her şeyi organize ettik. Baş başa olacaktık, düşünmesi bile apayrı heyecan yaratıyordu. Biz uyumaya karar verdiğimizde hava aydınlanmaya yakındı.

Telefonun sesi ile yerimden fırlar gibi uyandım. Alarm sandım uyku sersemi ama ekrana bakınca Murat’ın beni aradığını gördüm. O kısacık telefonu açma eylemi öncesi, “acaba alarmı kapatıp uykuya devam ettim de buluşmaya geç mi kaldım?” diye düşünerek tuşa heyecanla bastım. Kulağıma götürdüğüm anda, üniversitenin müzik kutusunda sürekli çaldığımız o parçayı duydum. ‘Düş Sokağı Sakinleri, Sevdan Bir Ateş’...

Ne güzel, ne anlamlı bir uyandırılma şekli. Telefonu sağ kulağıma dayayıp, sol tarafıma dönünce Seda ile göz göze geldik. Şaşkın bir suratla bana bakıyordu. Onun da benim gibi ne olduğunu anlamaya çalıştığı apaçıktı. Murat’ın duymaması için fısıltı şeklinde, “Müzik dinletiyor” dediğim anda, Seda yorganı kafasına doğru çekerek kaybolurken “Sizin romantizminiz bana fazla” dedi. Ben de bu hareketine karşılık onu yorgan altından gıdıkladım. Aynı anda gülüştük.

Müzik bittiğinde o etkileyici, kalbime takla attıran sesi ile Murat, “Günaydın” dedi. Uykuyu alamamış ve çatallı bir ses ile “Günaydın” derken yatakta doğruldum. Murat, “Seni İstanbul’un karlı sabahına, içini ısındırarak uyandırmak istedim” cümlesini kurarken ben yataktan fırlar gibi cama koştum. “Gerçekten mi?” derken “Dışarısı bembeyaz olmuş!” diye çığlık attım. Benim tepkime telefonun diğer ucundan kahkaha ile karşılık verdi.

Murat, nazik ve bir o kadar da istekli olduğunu belli ederek “Seni almaya gelmemi ister misin?” diye sordu. Evinin çok yakın olduğunu bilmeme rağmen, bu havada yürümesine gönlüm razı olmadı ve “Kadıköy’de buluşuruz, çok soğuktur şimdi” dedim. Hemen kısaca nerede buluşacağımızı da kararlaştırıp telefonu kapattık.

Heyecan içinde tiz bir sesle çığlık atarak, “Seda, hadi uyumanın sırası değil, beni hazırlaman lazım! Ayrıcaaaa! Dışarda lapa lapa kar yağıyor” derken yorganı üzerinden çektim ve kaçarcasına çıktım odadan. Kalsam Seda’nın laflarından ve gıdıklamalarından nasibimi alırdım.

Pazar günü olduğundan, evde henüz kimse uyanmamıştı. Hiç saate bakmadığımı da fark etmiştim, koridordaki saati görünce… Saat henüz dokuz olmak üzereydi. Buluşmamıza en az üç saat daha vardı ve Murat’ta heyecandan uyuyamamış olacak ki beni aradı diyerek kendi kendime kıkırdadım.

Azıcık daha uyusam mı düşüncesiyle odaya dönerken, Seda’nın kalktığını gördüm. İçimden ‘umarım saatin farkında değildir’ diye geçirdim. Alaycı bir sesle Seda, “Hadi hazırlayalım seni ‘Aşk Böceği’” dedi. Onunla ağız dalaşına girmek yerine, gözlerimi devirip hazırlanmaya koyuldum.

Otobüsten iner inmez etrafa bakındım, şapkam, atkım ve eldivenlerim… ben tanınır halde miydim bilmiyorum ama o bütün güler yüzlü hali ile beni bekliyordu. Bir önceki gün kadar şık ve karizmatikti. Yanına vardığımda, “Hoş geldin” derken eğilip beni usulca yanağımdan öptü. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan “Hoş buldum” dedim. Murat, elini gideceğimiz doğrultuyu işaret eder ve bana öncelik tanır şekilde, “Önden lütfen” derken kafamla selamlayıp yürümeye başladım.

Küçük, ama bir o kadar da sevimli bir kafe bulup içeri girdik. Arka bahçeyi gören bir masaya yerleştik. Oturduğumuz masadan bahçeye yağan karı izleyebiliyorduk. Öyle romantik duruyordu ki ayarlasak bu kadar denk gelemezdi. Gözlerini, gözlerimden ayırmadan saatlerce konuştuk. O ailesinden, okuduğu üniversiteden, yaptığı işten bahsetti. Ben de kısaca ailemden, okuduğum bölümden, gelecekle ilgili planlarımdan bahsederken zamanın su gibi akıp gittiğini anlamadık.

Kar yağışının durduğunu görüp, azıcık dışarıda dolaşmaya karar verdik. Ben montumu, şapkamı giyene kadar Murat hesabı ödeyip masaya geri dönmüştü. Kafenin kapısını açarak centilmence bana yol gösterdi. Kafenin önüne çıkıp, Murat’ın yanıma gelmesini bekledim. Hem sohbet ediyor, hem etrafı inceliyor, hem de yürüyerek Kadıköy’ü dolaşıyorduk.

Kalabalığın yoğunlaştığı bir anda ellerimiz birbirine değdi. O ana kadar bende eldivenlerimi takmadığımın farkına varmamıştım. Murat, o yakınlaşma ile sağ elimin parmaklarına, sol elinin parmaklarını geçirerek elimden tuttu. Daha kaç kere nefesimi kesebilir, kalbimin çılgınca atmasına neden olabilirdi? Bu soruların henüz cevabı yoktu ama ikimizin de elleri soğuk olmasına rağmen kalplerimizi ısıtmanın yolunu bulmuştuk.

Elif Kabakçı – 05.12.2020