Vizeler, dersler derken günler su gibi akıp gidiyordu. Murat, arada bir Seda’yı arayıp, benimle de konuşmak istiyordu. Farkındaydım telefon numaramı istemeye cesareti yoktu. Birbirimizi yüz yüze görebilme şansımız henüz olmamıştı. Birkaç kez ayarlamaya çalışsak da, bizim derslerden ve sınavlarımızdan kimseye ayıracak zamanımız kalmıyordu ki İstanbul’a buluşmaya gidelim.

Önümüzde finallerimiz vardı. Kitapları, defterleri ve notlarımızı salonun ortasında bulunan sehpamıza yaymış, canla başla ders çalışıyorduk. Uykusuz bir hafta bizi bekliyordu. Vizeler umduğumuz gibi gitmemişti… Çan eğrisi bizi darmaduman etmeden sonuçları toparlamalıydık.

Formüller, sadece sorusu bir A4 kağıdının yarısını dolduran problemler, çözümü sayfalar süren denklemler… Sanırım beynimiz pelte gibi olmuştu. Seda ile biraz ara verip hem bir şeyler atıştırmak, hem de dersler dışında iki kelam edelim dedik.

Seda, “Sana bir itirafta bulunacağım” dediği anda gözlerimi yemeğimden kaldırıp ona doğru pür dikkat kesildim. Normalde bu kadar ciddi bir ses tonuyla konuşmazdı, bir anlık korku yaşadım acaba ne diyecekti?

“Ben sana sormadan ve iznin olmadan cüzdanındaki resmini alıp Murat’a götürdüm” dedi. Ne tepki vereceğimi kestiremiyor şekilde yüzüme bakıyor, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Ve devam etti, “Sana sorsam hayatta vermezdin. Bende kendimce böyle bir yol buldum”.

Kızsam ne değişecekti? Dilim tutulmuş gibi öylece kilitlenip ne kadar kaldım bilmiyorum. Ama o saniyelerde aklımda sayısız sorular dolanıyordu. Yani şimdi o beni görmüş müydü? Ya ben? Bu durum, geçen hafta evrak için vesikalık resim gerektiğinde cüzdanımı açıp resmi yerinde bulamamamı da açıklıyordu.

Tepkimi dikkatle bekleyen Seda’ya, “Ne diyeyim ki sana? Olan olmuş kızsam resim geri mi gelecek?” dedim.

Bir hışımla yerinden fırlayıp, “Dur bakalım resim geri mi gelmiş?” dedi ve salondan çıkıp koridorda portmantoda asılı duran çantasını alıp koltuğa geri oturdu. O çantasından cüzdanını bulup çıkartana kadar, ben hayretler içinde onu izledim. Ne yani hem resmimi isteyip, hem de geri mi göndermişti? Demek ki beni beğenmedi. O zaman bu konu da burada kapanmıştı. Ben bütün sinirimle bunları kafamın içinde döndürüp dururken, Seda bana vesikalık resmi uzattı.

Bu benim resmim değildi. Şaşkınlıktan kucağımda duran sandviç tabağını neredeyse yere düşürecektim. Elim titriyor, kalbim deli gibi atıyor, nefesim kesiliyordu. Kafamı kaldırıp Seda’ya baktım. Kısık ve bir o kadar da titrek bir sesle “Kim bu?” diyebildim.

“Biliyordum, senin de onu beğeneceğini.” dedi ve karşı koltuğa yeniden yerleşti. Bir yandan o kadar belli ki surat ifademe gülüyor, bir yandan da sandviçini iştahla yemeye devam ediyordu.

Ne yani o da beni mi beğenmişti, bu dediğinden bunu mu anlamalıydım? Elimdeki tabağı sehpaya koyarken “Seda ne demek istiyorsun? dedim. Bizim birbirimizi beğenmemizden mutluluk duyduğu o kadar belli olan Seda, “Çok beğendi ve sana bu resmi yolladı” dedi.

Kafamdaki sorulardan resmi doğru dürüst inceleyememiştim bile. Ses ile görüntü bu kadar mı uyumlu olurdu? İçimdeki kelebek sayısı kesin iki üç katı fazlalaşmıştı. Alt tarafı bir resim, nasıl bu kadar etkili olabilirdi ki? Şimdi resimdeki koyu kumral teni, siyah saçları, büyük ihtimal iş başvurusu için çektirdiği takım elbiseli halde olan, küçük dudak altı sakalı ve kahverengi bir çift gözle bana bakan kişi Murat mıydı?

Seda, “İkinizin de birebir aynı tepkileri vermeniz inanılır gibi değil. Siz, gerçekten çok iyi bir çift olacaksınız.” derken koltuğa keyifle uzandı ve ekledi “Sömestr tatiline kendini ayarla, benimle geliyorsun”.

Elif Kabakçı – 22.11.2020