Yıllardır söyleriz, KKTC’de yaşayan bir yabancının vatandaşlık için niye kendini paraladığını ama bir kez daha anlatalım.


KKTC’de çalışma izniyle kalmak bir Avrupa ülkesinde çalışma izniyle kalmaktan çok daha zordur. Zorluğun nedeni her yıl hastanelerden aldığınız raporlar, her resmi işte sizden istenen giriş çıkış dökümleri değildir sadece. Burada çalışırken patron sizi işten çıkardı, siz de başka bir iş buldunuz, bu işyeri de sizin sosyal yatırımlarınızı yapacağına, sizi yasal statüye kavuşturacağına söz verdi diyelim. Şayet bu işveren sizi oyalar da, cezaya girerseniz tüm yük sizin boynunuza yüklenir. Apar topar ülkenize gönderilir, ne alacağınızı alabilir ne de hakkınızı aramak için yasal yollara başvurabilirsiniz. Çünkü bir daha adaya gelerek dava açma gibi bir hakkınız yoktur. Devlet de sizin hakkınızı aramak bir yana, sizin hakka çıkan tüm yollarınızı kapatır.


Yani tamamen işverenin yanında, insan haklarına aykırı bir sistem vardır KKTC’de.


Dolayısıyla uzun yıllardır KKTC’de kalmış, burayı sevmiş, yaşamını burada sürdürmek isteyen kişiler “vatandaş” olarak, oturumlarını sağlama almayı isterler.


Ne kimsenin iradesi üzerinde tahakküm, ne de çoğunluk olmak gibi bir düşünceleri var bu kişilerin. Vatandaşlığın kendilerine, yasal haklarını koruyabilecek bir statü kazandıracağını düşünürler basitçe.


Vatandaşlığa “cinsi koruma, Rumu memnun etme” nevinden kısıtlama getirildi bildiğiniz üzere. Bunu Meclis’te sohbet ettiğimiz birçok CTP’li vekil açıksözlülükle ifade etmişti.


“Rumlarla nüfus konusunda anlaştık, anlaşma olduktan sonra geri gönderilseler daha mı iyi” demişti gayet Kıbrıslı (!) bir duruşla…

(Nüfusun, Kıbrıs Türk tarafının elini ne derece güçlendireceğini, Rumların Kıbrıslı Türklerin nüfusundan neden rahatsız olduklarını veya neden Kıbrıslı Türklerin sayıca az olmasını istedikleri gibi konulara girmeyeceğim zira o sayfalarca yazılacak bir zafiyet.)

Esas konumuza dönelim; Vatandaşlık başvuruları birikince, tam da Rumun planının taşınmasına hamallık edecek, vatandaşlık taleplerini statik hale getirecek bir uygulama hayata geçirildi. Beyaz Kimlik, dünyadaki örneklerinden gördüğümüz kadarıyla kadarı fena değildi. Burada uzun yıllardır kalan ve hiçbir kriminal olaya karışmamış kişilere sürekli oturum verilecek, sadece oy kullanma hakkından mahrum olacak bu kişiler, işten çıkarılsalar dahi yaşamlarını burada sürdürebileceklerdi. Benim aklıma da, birçoklarının aklına da bu geldi.


Yanılmışız!


Ne yazık ki, Türkiye düşmanlığının zirve yaptığı ülkemizde Beyaz Kimlik biraz oradan biraz buradan biraz yerel unsurlarla çorbaya döndürüldüğü için
İçişleri Bakanlığına yapılan başvurular hayli düşük. Düşük olmasının birinci nedeni, çalışma izni bürokrasisinden kurtulmak için talep edilen beyaz kimliğin şu haliyle çalışma izninden çok pahalı olması. İkinci neden ise beyaz kimliğin şartlarının arasına sıkıştırılmış bazı maddeler. Yani işten çıkarılan bir kişinin 6 ay içinde iş bulamaması halinde adadan çıkma zorunluluğu gibi. 


Sistemin dayattığı “iki ucu çamurlu değnek” yapısına binaen nerede duracakları noktasında tedirginlik yaşayan TC vatandaşları, beyaz kimlik almak istemiyor.

“İstemeyen almasın” diyenler var ama kazın ayağı öyle değil. Bize gelen şikayetlere göre devlet, beyaz kimlik almayı reddeden TC vatandaşlarının çalışma iznini yenilenmiyor.

Beyaz Kimlik tehdit unsuru olarak kullanılıyor anlayacağınız.

Olaylara tek taraflı ve “yok oluyoruz” paranoyasından bakan bazı kişilerin aynı paranoyaya atıfla hazırladığı bir proje Beyaz Kimlik. Ne Amerika’nın Green Kartına benziyor, ne Almanya’nın “Humanitäre Gründe”, “Niederlassungserlaubnis” veya vatandaşlık almadan önceki oturum izni “Aufenthaltserlaubnis” ne… Tamamen şahsına münhasır ve insan haklarını teğet geçmiş bir proje.

Konsensüs duygusuna, uzlaşma pratiğine ve empati enstrümanlarına sahip olmayan kişiler, içinde saklı tuttukları bazı duygular üzerinden KKTC vatandaşlığına altın payesi verip, “İşine gelmezse ülkene dön kardeşim” diyebilecek kadar insani duygulardan uzaklaşmış durumdalar. Ve bunu yapanlar da emek savunucuları!