Bu kadar psikopat, manyak, sadist varsa, bu kadar insan terörist, mafya oluyorsa, uyuşturucu kullanıyorsa eğer;  psikologlar, psikiyatrı hastaneleri ne iş yapar?

Bu kadar insan ebola virüsünden, sarılıktan, kanserden, kalp krizinden ölüyorsa eğer;  hekimler, hastaneler, tıp laboratuvarları ne işe yarar? Bu kadar insan terörün, cinayetin, ihanetin, uyuşturucunun odağında ise; polis, hakim, savcı, jandarma ne yapar? İşsizlik, ekonomi, enflasyon iç açıcı değilse; ekonomi uzmanları, işletmeciler, ithalat ve ihracat tüccarları, nakliyeciler, şirketler, holdingler ne iş yapar?

Bu kadar çevre felaketi, maden kazası, trafik kazası yaşanıyorsa;  yetkililer, mühendisler, mimarlar, çevre bilimciler nerelerdeler?

Bana ters gelen bir şeyler var.  Bonzai  (spice)  denilen ve üretmesi, bulması, kullanması çok kolay, çok ucuz denilen illet uyuşturucu neredeyse ilkokul bahçelerinde satılmaya, mahalle bakkallarının arkalarındaki boş arsalarda kullanılmaya başlandı! Terör bütün dünyayı kasıp kavuruyor veya aslında böyle bir şey yok ama dünya halklarının böyle bilmesi isteniliyor.

Biraz daha açayım!

Teröristlerin bu kadar gücü yok ama sömürgeci süper güçlü devletlerin gizli istihbarat servisleri varmış gibi gösteriyorlar. Kuş gribi geri döndü deniliyor, deli dana tekrar görüldü deniliyor, domuz gribi bir yerlerde hazır bekliyor deniliyor, ebola virüsü beş bin can aldı deniliyor. Bir yerlerde bir boşluk, bir kopukluk var. Sanki ormanlar aleminde kobra yılanları hükümet  kurmuşlar,  güvenlik engereklerden sorulur olmuş, tıp ve sağlık için eczaneler zehirli mantar satar olmuş, hastanelerde akrepler tahlil yapıyor ve yarasalar röntgen çekiyor sanki. Bir yerlerde bir kopukluk var. Belki aslında biz hepimiz öldük ve şimdi Araf’ta bekliyoruz ve bu gördüklerimiz tamamen milyonlarca yıl önce yaşanılanlara ait görüntüler ve duyduklarımızda o çok eski seslerdir. Bunun anlamak için bazen kendi kulağımı çekiyor, kendi burnumu çimdikliyorum.

Acı var!

Acı var ama ona bakarsan rüyada da kimse bize tokat atmadığı halde bazen yanağımızdan şimşekler çakıyor! Birileri ülkeyi esaretten ve işgalden kurtarıp yeni bir ülke kuran, millete istiklalini ve istikbalini büyük bedeller sonucu tekrar kazandıran ve dünyanın ruhunun karşısında hala saygı ile eğildiği cesur dehaya hakaretler etmeye, onu basit ve önemsiz göstermeye çalışıyor, birileri milletin bayrağını indirip çamurların içinde tekmeliyor. Hepimiz izliyoruz! Reytingleri müthiş televizyon dizleri gibi, eğlence programları gibi, kazanana bir ev, bir araba verilen yarışma programları gibi izliyoruz.

Adrenalin had safhada!

Sonra televizyon kapanıyor, herkes uykuya çekiliyor ve sabah tekrar aynı görüntüler. Bence fazla canımızı sıkmayalım. Bu görüntülerin hepsi  sahte. Ben artık anladım. Biz hiç birimiz yaşamıyoruz. Bizi Araf’a aldılar ve ruhlarımıza bu görüntüleri izletiyorlar. Ortalıkta yetkili diye gördüklerimiz de belki de cehennem zebanileridir. Yada Araf’ın sorgulayıcı, araştırıcı ajan melekleridir. Çünkü eti, kemiği, siniri olan ve normal bir insan ruhuna sahip bulunan  hiçbir fani böylesine kokuşmuşluğa, bu kadar densizliğe, bunca ihanete, nankörlüğe, bu ölçüdeki onursuzluklara, kalleşliklere tahammül  edemez. Tahammül edebildiğimize göre biz, hepimiz, siz, biz, onlar artık etten, kemikten, sinirden faniler değiliz. Biz hepimiz Araf’ta akıbetimizin ne olacağına henüz karar verilmemiş ruhlarız. Bu yüzden ölümden hiç korkmuyorum. Ölüler ölümden korkmazlar çünkü!  Bir kere ölmüşüz işte, iki defa ölemeyiz. Ama belki de bizi yaratan ve şu anda bizi Araf’ta bekleten ilahi sahibimiz, her şeyin yaratıcısı ve sahibi ve bütün alemlerin aslında bir, tek ve son yalnız varlığı olan Ulu varlık;  bizi bu aleme bir defa daha, belki de yüz bininci, belki de milyonuncu defa daha gönderecektir ve bu nedenle bir önceki hayatımızda yaşadıklarımızın bilançosunu ve kritiğini   kendimize yapmamız için bizi programlamıştır. Bunları bilemiyorum. Bunları kimse bilemez. Ama bu alemde en komiğime giden şey, korkakların cesur olduklarını, hainlerin kahraman olduklarını, hırsızların dürüst olduklarını iddia etmeleridir. Kahramanların, şehitlerin, gazilerin hain ilan edilmelerini ise içim parçalanarak izliyorum. Aklıma ayaklar baş, başlar ayak olmuş lafı geliyor. Annemi, babamı, kız kardeşimi , eski dostlarımı arıyorum bu alemde. Onlar benden daha önce geldiler buralara, belki onlara danışacaklarım olur. Onları bulamıyorum. Elbette bulamam onları! Onlar artık Araf’taki sürelerini tamamlamışlardır ve  ya cennete gitmişlerdir veya fani aleme tekrar etli, sinirli, kemikli bedenlerin içine hapsedilmiş olarak geri gönderilmişlerdir. Biraz daha sabredeyim! Olayları akışına bırakayım!  Ben de akıbetimi bekleyeyim.

Bu yüzden reklamcıların ‘’  Ölmeden önce gezip görmeniz gereken 10 harika yer ’’ ve ‘’ ölmeden önce tatmanız gereken 5 müthiş yemek  ‘’  gibi kampanyalı, promosyonlu propagandalarına ben çok gülüyorum. Güya, akılları sıra onlarda psikolojik harp yapıyorlar. Ama onların ki hiç olmazsa ekmek dalgası, geçim derdi falan.

Kısacası ölmeden önce, öldükten sonra laflarını artık ağzımıza almayalım. Çünkü bazı melekler bu Araf ortamında bize çok sinirleniyor, bazıları da sinirinden kahkahalarla gülüyorlar. Öncesi, sonrası yok artık. Ötesi, berisi yok. Öldük ve sorgulanıyoruz. Eğer hala yaşıyor olsaydık, bunca kepazeliği ; televizyon dizileri, tiyatro oyunu, sinema filmleri ,açık hava yarışmaları seyreder gibi sırıtarak veya  ‘’ Vay anasını sayın seyirciler!  ‘’ diyerek seyretmezdik. Etimize, budumuza göre, en azından gözyaşlarımızla falan minik de olsa bir tepki gösterirdik ve etli, sinirli, kemikli varlıklar olduğumuzu kendimize olsun kanıtlardık.

İlginç! Demek Araf’ta da böyle, benim gibi  program gereği katipler, yazıcılar oluyormuş. İyi…iyi…

Ey Yüce Yaratan! Biz kimiz! Altı bin tane zeytin ağacını bir gecede kesenlere; filleri, yunusları, köpekleri, atları, fokları dayakla ve açlıkla terbiye dip onlara hokkabazlık yaptıranlara; bir adam bir kadına bıçağını otuz defa saplarken yanından bu cinayete seyirci kalıp ve  çekip giden yüzlerce kişiye; can çekişen küçücük liseli, üniversiteli genci  demirle, sopayla, tekmeyle döverek öldüren beş on kişiye; din ve mezhep gerekçesiyle  onlarca insana diz çöktürüp kafalarını bıçakla kopartanlara;  8-15 yaşındaki küçük kızlara tecavüz edenlere;  bu kadar hırsızlığa, bu kadar işsizliğe, bu kadar teröriste, bu kadar gangstere, bu kadar uyuşturucu şebekesine yuh bile diyemeyen biz kimiz? Biz şu anda canlı, etli, kemikli, sinirli bedenlerimiz içinde yaşıyor muyuz? Öldük mü? Yaşıyorsak eğer, ruhlarımız, vicdanlarımız, akıllarımız, zekalarımız nerede? Yok eğer bizler tahmin ettiğim gibi öldüysek, bu alem Araf’ mıdır? Yoksa cehennem midir?