Soğuk ve ayazın bıçak gibi kestiği akşam saatlerinde otobüs durağında beklerken, Kobanê’den gelmiş 6-7 kadın ve yanlarındaki 10 çocukla birlikte onlarda benim gibi otobüs bekliyorlardı. Çocukların Arapça ve Kürtçe konuştuklarını görünce sordum, nerelisiniz diye. Kobanê’den geldiklerini söylediler.

                Çocuklar üşümüş, minik parmakları mos mor olmuş, yanakları kıpkırmızı, üst başları toz toprağa karışmış ve perişan haldelerdi. Baraka gibi bir yerde kaldıklarını, gece çok üşüdüklerini ve çoğu zaman aç yattıklarını söyleyen çocukları dinleyince içim ürperdi.

                Çocuklar kadar anneleri de perişan, yüzleri solmuş, soğuk ve ayazda mecalleri kalmamış, yüzleri toz toprak olmuş ve hayattan bıkmış halleri vardı.

Gözlerinde isyan, öfke, acıma, çaresizlik, umutsuzluk ve vatansızlık akıyordu.  

                Yolda gelip geçenlerin onları hakir görmelerine, aşağılanmalarına ve hor görmelerine karşın sanki, bizde insanız, bizimde bir vatanımız, evimiz, kültürümüz, tarihimiz ve sosyal bir hayatımız vardı diye haykırmak istiyorlardı.

                Bizim yaşadığımız bir savaştı!

Sizde bu savaşı yaşayabilir ve bizim yaşadıklarımızı sizde yaşayabilirdiniz, bu kibriniz, aşağılamanız, hor ve küçük görmeyiniz neye, diye sormak istiyordu dilleri.  

Ama diyemiyorlardı çünkü; yabancı oldukları ülkenin ne dilini ve ne de kültürünü biliyorlardı.

Savunmasız, ezik, boynu bükük, var olma, yok olma ve, açlıkla savaşma savaşını veriyorlardı.

Çocuğun birine adını sordum, Berxwedan dedi. Ne anlama geldiğini biliyor musun dedim. Erê Keko tekoşine (evet abi mücadele demektir) dedi. Peki mücadeleni verebiliyor musun? Diye sordum.

“Evet anneme yardım ediyorum, kâğıtları, demirleri ve, eski malzemeleri toplayıp satıyoruz Keko” dedi.

Diğer çocuklara sormaya hazırlanırken otobüs geldi. Çocuklar anneleri peşinde hurra otobüse bindiler.

Otobüsteki yolcuların bakışlarına baktım, çoğu onlara nefret, alaycı ve aşağılayıcı bakışları atıyordu.

Hiçbir erkek o kadınlara ve o çocuklara yerini vermedi.

Çocuklar, anneleriyle bir o yana bir bu yana savrulup duruyorlardı. Tıpkı savaşın onları amansız, bilmedikleri, tanımadıkları gurbet ellerine savurdukları gibi.

Hele hele orta kapının yanında 4 çocuğuyla ayakta duran genç kadının kucağındaki 3-4 aylık bebeğinin halini görünce kendimden utandım, ülkemden utandım, ülkemin insanın bu kadar merhametsiz, bu kadar önyargılı ve bu kadar empatisiz oluşundan utandım.

Koca otobüsün içinde koca koca adamlar, kadının kucağındaki 3 aylık bebeğini görmelerine rağmen yer vermediler. Bu durum canımı yaktı ve o koca adamlara kendi içimde “size yazıklar olsun!…” dedim.

Oysa eğer onlar Suriyeli, Kobanêli, Kürt ve Arap olmasalardı eminim ki o otobüsteki insanların çoğu onlara yer verecek, merhametlerini, şefkatlerini saygılarını ve sevgilerini esirgemeyeceklerdi.

Onların tek suçu vardı: Çünkü onlar; amansız savaşın kundaktaki minik bebekleriydi.  

                Kobanê’de terörist IŞİD’in hunharca katliam ve işgaline karşı, Kürt halkının canıyla, kanıyla ve namusuyla vermiş olduğu savaşı bütün dünya ve, dünya basını takdir eder etti.

Bütün dünya basını Kobanê zaferini kendi yayın organlarında flaş haber verir, gazeteler kendi manşetlerinin birinci haberi yaparken bizim Türk basının olayı hafife alması, çok sıradan bir habermiş gibi vermesi, sosyal medyada insanların halkı terörist gibi göstermesini de ayrıca hatırlatmakta fayda vardır.  

                Eve geldiğimde bu konuyu işlemeyi düşünürken Bursa’dan bir yazar arkadaşım aradı, telefonla sohbet ettik. Gördüklerimi ona da anlatınca, o da başından geçen bir olayı anlattı ve gerçekten canım daha çok sıkıldı.

                Arkadaşım bana “yahu Cüneydo sen ne diyorsun? Ben geçen doktora gittim. Filmim çekildi, filmimde ciğerimde hafif bir leke göründü. Oradaki hemşire ‘bana sen bu virüsü kesin Suriye’den gelen insanlardan almışsın’ demesin mi?

Sinirlendim, hemşireye artık ne olursa sizde her şeyi o gariban insanlardan biliyorsunuz. Yahu onlarda insan, yaşadıkları bir savaş ve savaştan kaçıp gelmişlerdir. Bizim ecdadımız savaştan kaçanlara asla böyle bir muamele yapmamış, ayıp ya, yardımcı olamasak da bari onlara iftira atmayalım dedim. Ortalık alevlenince doktor müdahale etti.

                Düşün Cüneydo; bu memleketin insanı bu hale geldi. Geçen Bursa’da yine iki gariban Kürt ailesine saldırı yapıldı. Haberlerde de çıktı. Bizim insanımız bu değildi. Doğu’dan, Batı’ya, Kuzey’den Güney’e hepimiz ama hepimiz akıl tutulmasını yaşıyoruz Cüneydo.

İnan bu böyle. Ben 46 yıl Almanya’da yaşadım. Düşün neredeyse orada Türk bakanımız olacak. Almanlar bize, bizim bugün Suriye’li veya Kobanêli halka yaptığımız gibi yapsaydı biz Almanlar için ne düşünürdük acaba? Yok Cüneydo, yok, bu toplumun çivisi çıkmış...”dedi.

Gerçekten de bizim çivimiz çıkmış. Önyargılarımız ve geçmişte yaşadığımız travmalardan ötürü empati, sempati ve adil duygularımızı yitirmeye başladığımız gibi, şan ve şerefle yad ettiğimiz yedi ecdadımızın mirasına da gerçekten ayıp ediyoruz.