Şaka yapıyorum sanıyorsunuz di mi? Ama yapmıyorum.

Bugün pazar, millet bol bol “tatlı hayat” tavsiyelerinde bulunacaktır bense “acı hayat” öneriyorum.

İddiam şu: Balayını Uganda’da geçirip sağlam kalan çiftler ömürlerinin sonuna kadar birbirlerine aşkla bağlı kalırlar.

Öyle bir ülke ki hem dünyanın en muhteşem güzelliklerine sahip hem de en büyük zorluklarına.

Nil’de rafting yaptık mesela. Gördüğüm anda aşık oldum ben bu nehre. Atladım yüzdüm. Sıcacık bir su. İçinde her şey var.. Timsahından alüvyonuna.. Bütün dünya Nil’de akıyor sanki. Oradan ayrılmak istemedim.

Sonra safariye çıktık. (Safari kelimesinin “sefer”den geldiğini biliyor muydunuz?) Allahım! Dünyanın en güzel hayvanları yanı başımda! Zürafalar, telli turnalar, filler, aslanlar.. Hele o suaygırları yok mu, her biri Botero tablosundan fırlamış gibi.. Bayıldım bayıldım.. (Küçük bir sahne:. Bu tombul hayvanlar, normalde gündüzleri suyun içinde miskin miskin yatıyorlar. Fakat bizim tekne yakınlarındayken, aşka geldiler ve bir anda hepsi ayaklanıp sahilde koşmaya başladılar. Böyle bildiğin sahilde aşk koşusu.. Allahım o 4 tonluk, her tarafları yuvarlak hayvanların koşması nasıl tatlı, nasıl şeker bir sahneydi anlatamam..

Bu arada hayvanlar aleminin padişahı da suaygırı ha! Bir erkeğe en az on dişi! Haremdeki nüfus 40’a kadar çıkabiliyormuş iyi mi! Başka erekek dadandı mı hareme ölümüne kavga ediyorlar. Sağ kalan hareme konuyor!)

Ama işte hayat da bir o kadar zor bu ülkede. Elektrik var yok, su var yok, yolla şehir içinde berbat, insanlar fakir, toplu ulaşım tam bir kabus..

Hadi balayına daha konforlu bir yere gidin ama en azından evlenmeden önce bir “test drive” için Uganda’ya gidin derim. İlişkiniz bozulmazsa dünyanın en sıkı çifti olursunuz. Çocuklarınıza anlatacak ilginç bir şeyiniz olur hem. Sıkıcı anne baba kadar sıkıcı ne olabilir dünyada...

İyi pazarlar...

*****
Kısa kısa Uganda

- Ugandalılar çok uzun değillerse de o kadar inceler ki ister istemez uzun da görünüyorlar. Bu da onları Amerika köle olarak götürülmekten korumuş. İri yarı Sudan ve Nijeryalılar tercih edilmiş.

- Hal böyle olunca Uganda’da makbul olan “şişmanlık”! İki sebepten dolayı: 1) Zengin gösteriyor 2) Afrika Kıtası’da yaygın olan AIDS burada da yaygın ve en önemli belirtisi bildiğiniz gibi zayıflık. O nedenle şişmanlık “AIDS değilim” manasına geldiği için makbul.

- Kadınlar bebelerini bellerinde taşıyor. Her bel oyuğunda bir bebe. Vücutları bez içinde başları dışarıda mışıl mışıl uyuyorlar.

- Elektrik ve su problemli. Elektrik bir varsa, üç yok. Ne zaman olup ne zaman olmayacağı da belli değil. Otellerde jenaratör var pek tabii ama sokaklar ve evler mum ışığına mahkum. Su da aynı şekilde. Elektrikler kesilince o da kesiliyır. Şehirlerde şebeke var, taşrada kuyudan gidip çekiyorlar. Su cidden çok kıymetli bir şey. (Bu kadar yağmur yağan bir yerde susuzluk inanılacak gibi değil)

- Kola (elbette ki) gelmiş ama diyet kola gelmemiş. Pek kimsenin de ihtiyacı yok diyet kola içmeye zaten. Garson kız muhtemelen ilk defa benden duydu “layt kola” diye bir şey.

- Toprağı kıpkırmızı. Hayatımda gördüğüm en kırmızı toprak. Yeşillikler, kırmızının üzerinde daha çarpıcı görünüyor. Tek dezavantajı giysi ve ayakkabılarda çok nefis ve maalesef kalıcı lekeler bırakıyor. (bkz: Uganda hatırası)

- O kırmızı topraktan kendi tuğlalarını kendileri yapıyorlar. Yani bir Ugandalı, evini yapmadan önce tuğlasını yapıyor. Evinin önünde çamurunu yapıyor, kalıplara döküyor, açık havada biraz kurutuyor, sonra fırınlıyor. Sonra çatısı için saz topluyor, gidip bir kapı alıyor, zaten pencere diye bir dert yok, al sana ev. Tuğla yapacak kadar gelişmemiş kabileler ise dallardan basit bir kulübe iskeleti yapıp toprakla sıvıyor. Her yağmurda o evler eriyor, yeniden yapılıyor.

- İnsanları gibi evcil hayvanları da kavruk. Keçiler orta boy köpek kadar, ineklerin boynuzları inanılmaz büyük ama kendileri irice bir dana kadar. Tavuklar fena değil.

- Buna karşın yaban hayatı aşırı gelişmiş. Kaktüsler çınar ağacı kadar, filler en küçüğü 6 ton, su aygırları 3 ton, zürafalar 5 buçuk metre, pitonlar 7 buçuk metre. İnsan dışında her şey çılgınca gelişmiş.

- Çekirgeleri toplayıp kanatlarını yolup soğanlı domatesli biberli bir tencere yemeği yapıyorlar. (Hayır yemedim..)

- Kanatlı bir karınca var onu da canlı canlı çerez niyetine yiyorlar. (Hayır onu da yemedim)

- Son iki madde içinizi kaldırmış olabilir o nedenle olumlu bir notla bitiriyorum: Ugandalılar, devrik diktatörleri İdi Amin’in yaydığı ünün aksine son derece barışçıl insanlar. Bırak yamyamlığı kavga bile etmiyorlar. En sinirli halleri bizim sohbet ederkenki “coşkulu” halimize benziyor. İki araba çarpışıyor, “sorry” deniyor ve mesele halloluyor.