Son dönemde Türkiye gündemini meşgul eden \"darbe\" planları nedeniyle emekli ve muazzaf askerlere yönelik hukuki kovuşturma, beraberinde Türk Silahlı Kuvvetleri\'nin yıpratıldığı iddialarını getirdi.

Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ\'un da aynı nedenlerle tutuklanmasının ardından, askeri bir siyasi parti gibi gören kesimler, TSK’nın yıpratıldığı tezini işlemeye başladılar.

Bu kesimlere göre ortada \"asimetrik bir yıpratma\" sözkonusu. Yıpratanlar da mevcut hükümet ve siviller haliyle.
Türkiye’nin yarım yüzyıllık geçmişinde birkaç darbe yapan, bir o kadar da girişimde bulunan generaller başka bir kurumu temsil ediyorlar sanki. Tartışmalar bunu düşündürtüyor insana.

Öncelikle, savunma gibi bir ülkenin en önemli görevini üstlenmiş kurumunun yıpratılmasının, o ülkede yaşayan hiç bir vatandaşa yarar getirmeyeceğini belirtelim. Ama topyekün ordu karşıtlığı gibi \"paranoyak\" yaklaşımlardan arınmak gerektiğini de hatırlatalım.
Her şeyden öte, asli görevi \"ülke savunması\" olmasına rağmen iç politikayla bu kadar çok uğraşan bir kurumun yıpranmasının da kaçınılmaz olacağını askerlerin de biliyor olması lazım.
Ayrıca, yakın dönemdeki bu tartışmaların Türk Silahlı Kuvvetleri’ni asıl işlevine döndürecek olumlu gelişmeler olduğuna inandığımı da söyleyeyim.

Yıpratmanın sadece sivillerden kaynaklanmadığını bizzat on iki yıl önce yaşadığım bir olayla örneklendirmek istiyorum…

Londra, Porstmouth ve Man Adası, olmak üzere Büyük Britanya’da üç ayrı Türk şehitliği bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nda şehit düşen Türk pilotlar, denizciler ve esir alınan karacı askerlere ait şehitliklerde, her yıl Türkiye ile eş zamanlı olarak anma törenleri düzenlenir.
Deniz ve hava şehitlikleri farklı kentlerde olduğu için birer yıl arayla dönüşümlü gerçekleşir bu anma törenleri.

Askerlerin Necmettin Erbakan – Tansu Çiller hükümetine müdahale ettiği 28 Şubat sürecinde kamuoyunda oluşan \"asker dine karşı\" imajını, herhalde silmek için askeri yetkililerin anma törenlerine Diyanet\'ten din görevlisi davet edip, medya aracılığıyla da din karşıtı olmadıkları mesajı verdikleri yıllardan söz ediyorum.
Zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın, 1999 yılı Şehitler Haftası anma törenlerinde, yanına din adamı alıp kamera karşısına geçtiği gün Londra’nın güney batısındaki Brookwood mezarlığındaki Türk Hava Şehitliği’nde de geleneksel anma töreni yapılıyordu…

Bugünlerde \"Balyoz Darbe Planı\" ile birlikte adı çok sık anılan dönemin Kurmay Albayı Süha Tanyeri, TSK Londra Kıdemli Askeri Ataşesi, Pilot Kurmay Albay Yılmaz Erdoğan ise Londra Hava Askeri Ataşesi idi.
Anma törenin yapıldığı şehitlik merhum Türk işadamı Ramadan Güney’e ait özel mezarlık içerisinde olduğu için, askeri ataşeliğin organizasyonuna Güney de yöneticisi olduğu camii imamını davet ederek katkıda bulunuyordu.

Londra’daki anma törenleri 1972 yılından beni yapıldığından, resmi organizasyon Askeri Ataşelik, dini organizasyon ise mezarlığın sahibi Ramadan Güney’in katkıları ile gerçekleşiyor; önce resmi tören yapılıyor ardından da din görevlisinin duasıyla tören tamamlanıyordu.

Dönemin Londra Büyükelçisi Özdem Sanberk’in de katıldığı resmi anma töreni 16 Mayıs 1999 Pazar günü bazı sivil toplum kuruluş temsilcilerinin katılımı ile gerçekleşmişti. Her yıl yapılan dini tören ise o gün anma programında yer almamıştı.

Gazetecileri tören sonrası mezarlık içerisindeki evinde misafir ederek, dini törenin neden yapılmadığını o gün Ramadan Güney, \"ilk defa bu yılki anma törenlerine hoca istenmedi. Hava Ataşesi Yılmaz Albay ile yaptığım telefon konuşmasında her yıl olduğu gibi hoca getireceğimi bildirdim. Ancak Yılmaz Albay, bu yıl hoca istemediklerini söyledi. Hava Ataşesi hoca bulundurulmamasını, bunun Genelkurmay Başkanlığı’nın talimatı olduğunu bildirdi. Bu sebeple bu yıl hoca getiremedik\" sözleriyle açıklamıştı.

Duyarlı bir gazeteci titizliği ile bu detayın da yer aldığı anma töreni haberini, o zaman çalıştığım gazeteye geçtim. Muhafazakarlığı ile tanınan gazetem, bol fotoğraflı olarak haberi yarım sayfa renkli olarak yayınladı…
İşte ne olduysa ondan sonra oldu…

Ertesi günü beni arayan zamanın Hava Ataşesi Yılmaz Erdoğan’ın söylediğine göre, haberi inceleyen Genelkurmay Başkanlığı, \"din adamı istenmediğine\" dair detay üzerine kendisini arayıp \"bu emri size kim verdi\" fırçası atmıştı. Albay Erdoğan, bu haberin kendisini zor durumda bıraktığını, \"hayatımda ilk defa Genelkurmay II. Başkanından fırça yedim\" sözleriyle dile getirmişti.

Genelkurmay Başkanlığı, aynı gün haberin yer aldığı gazetemin genel yayın müdürünü de arayıp, bu haberle Türk Silahlı Kuvvetler’in imajının zedelendiğini söyleyince, -\"Yeşil Sermaye\" fişlemesi kaygılarından olacak- tam on yedi yıl çalıştığım gazetede  bu yayınlanan son haberim olmuştu.

Bununla kalmadı, bir askeri personelin gayretkeşliğinden kaynaklanan detayı yazdığım için \"Türk Silahlı Kuvvetleri Düşmanı\" olarak fişlenen gazeteciler listesine ben de girdim.

Bizzat yaşadığım bu örnek bile askerin aslında kimler tarafından yıpratıldığını göstermiyor mu?
Yaşanmışlıklar ortada çünkü.