Hayatın içindeyken izlediğimiz bir filmden yola çıkmak, bir kitabın bir alıntısından ilham almak ve düşünmek, fark etmek ve yolculuğumuza devam etmek.. Yargısızca, bu yolda karşılaştığımız herkesi, her şeyi, her olayı sadece izlemek, gözlemlemek… İyi, kötü, doğru yanlış ayırt etmeden, kendimizden ayırmadan ve sadece izleyici olarak izlemek… Tespitlerde bulunmak ve bırakmak…
İşte yine yola çıktım bir filmden, düşündüm üzerinde ve araştırdım aynı zamanda… Konum, babalar… ‘The Descendants’ filmini izledim ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim…

Bir baba, hayatı boyunca ailesi içinde ikinci planda kalmış, kızlarının istek ve ihtiyaçlarından haberdar olmadan yaşamış, eşine ise gereken önemi vermemiş. Cennet diye nitelendirilen Hawaide yaşıyor ve hayatı, eşinin yaptığı kaza ile tepetaslak oluyor. Sessizlik içinde geçirmiş olduğu evliliğinin gerçek yüzünü öğrenince ve aynı zamanda da eşinin vefatını ve yasını yaşamaya başlayınca pek çok farklı deneyim yaşıyor. Bir trajedi, bir erkeğinin zayıflığı ve bunu herkesin önünde deneyimlemesi…
Filmi izleyip bitirdikten sonra aklımda hangi konular mı uçuşuyor? Yas süreci, affetmek ve kabullenmek ve sevginin gücü…
Daha sonra da, babalık konusunda biraz daha araştırma yapmak istedim. Bir babanın acizliğini ve yasını anlatan film beni bu konuda daha da çok bilgi sahibi yapmaya yönlendiriyor.

Londra üniversitesi Psikoloji Bölümünden Ereni Flourinin araştırma makalesine göz attığımda ‘babalık’ kavramı ile ilgili pek çok bilgi edinme fırsatı buldum. Flouri, makalesinde, 1970 sonlarından itibaren aile kavramı oldukça gözle görülür değişikliğe uğradığını, tartışma ve değişimin daha çok boşanma sonrası ailelerin yaşadıkları ile ilgili olduğunu ifade ediyor.
Bu konuda, en popüler model olan ‘Standart Aile Modeli’nin  tek ebeveynli ailelerin çocukların sosyalleşmesi ve gelişiminde uygun bir çevre yaratmadığını ve hatta problemler doğurduğunu savunuyor.

İkinci bir perspektif olan ‘Pasif Genetik Model’ ise, ebeveynlerin ve çocuklarının davranışlarının genetik özellikler yüzünden birbirleri ile bağlantılı olduğunu ifade eder. Problematik kişilik özellikleri olan ebeveynler diğer anne babalara göre çocukları ile daha çok çatışma ve ayrılık yaşamaktadırlar. Bu tip anne babalar biolojik olarak kişilik özelliklerini çocuklarına geçirdikleri için, bu tip çocukların kimi zorluklar yaşaması daha normaldir.

Son olarak ise, ‘Çocuğun Etkilediği Model’ (Amato& Cheadle,2008) diğer iki modele karşı farklı bir fikri savunur. Kültürlerarası araştırma sonuçlarında yola çıkarak, çocukların davranışlarının aileyi etkilediği yönünde bir sonuca ulaşır.

1965 yılında Moynihan’ın  ‘ Anaerkil düzenin patholojisi’ isimli hipotezinde, babanın aile içinde olmamasının çocuklar özellikle de erkek çocuklar üzerindeki olumsuz etkisinden bahsedilir. Çünkü babanının olmaması ile, ekonomik kaynaklar, rol modeller, disiplin, düzen konusunda çocukların bilgi eksikliği olacağından bahsedilir. Bu konu ile ilgili pek çok araştırma sonucu ile karşılaşmak mümkündür. Örneğin,  Bjarnason’un 2003 tarihinde yaptığı araştırma 11 Avrupa ülkesini kapsamıştır. Bu araştırma sonucunda aile yapısı ve alkol, sigara tüketimine bakılmıştır. Sonuç olarak, biolojik ebeveynleri ile yaşayan çocukların daha az alkol ve sigara tüketiminin içinde olduğu bulunmuştur. Bunun yanı sıra, biolojik anne ile yaşayan çocukların biolojik baba ile yaşayanlara göre daha az alkol ve sigara tüketiminin içinde oldukları  saptanmıştır.

Aynı zamanda Hoffman’ın 2002 yılında yaptığı araştırma ile, sadece baba ile yaşayan ergenlerin uyuşturucu tüketiminde daha fazla sayıda oldukları ve hatta zaman içinde artan bir sayıda olduklarını göstermiştir.
Bu yıllarda saptanan risk aslında sabit değildir ve farklı faktörler sayesinde değişebilir. Örneğin, 2006 yılında yapılmış bir araştırma, ilkokul döneminde anne ve babaların yaşadığı boşanmanın, çocukların içsel ve dışsal davranış problemlerini daha yoğun yaşamasına sebep olabileceğini gösterirken, aynı araştırma bu dönemin çocuklarının okul notlarının daha iyi etkilediğini göstermiştir. (Lansford)
Bütün bu bilgileri öğrendikten sonra biraz da antrolopolik açıdan ve tarihsel açıdan babalık konusunda araştırma yaptım ve bakın karşıma neler çıktı!

Time dergisinden alınan bir kaynağa göre, şu anda tüm dünyada %10 ila %40 arasında çocuk aile içinde babası olmadan büyümektedir. Amerikada ise, boşanmış babanın yarısından çoğunun ilk senelerden sonra çocukları ile bağlantısı kopmaktadır. On sene sonrasında ise, 2/ 3ünden fazlasının çocuklarının hayatından uzaklaşmış olduğu saptanmaktadır. 1994 yılının bir araştırma sonucu olarak ise, babaların yarısının çocukları ile bir saatten az derecede birlikte zaman geçirdikleri saptanmıştır. (bir gun içinde).
Bu konuda Antropolojistler bunun sebebini anlamak için araştırma yapmaktalar. Antropolojist  Hillard Kaplan’a göre,  insan, homo sapiens olarak en geç büyüyen memeli ve insanlar içinde, kendi içinde yaşadıkları gruba geri dönüşümde bulunabilmeleri için  çocukların en az  19 seneye ve 13 milon kaloriye ihtiyaçları var.
Bu noktada,  birtakım canlılar babalık konusunda homo sapienslerden daha ileriler. Örneğin Kaliforniya’daki bir araştırma merkezinde titi cinsindeki maymunların  bebek halinde iken babalarının kucağında günlerinin %90ını geçirdiği tespit edilmiş.

Peki farklı canlılar arasındaki bu babalık etme farklılığı nereden geliyor? Aslında hormonel olarak erkekler, kadınlara tahminimizden daha çok benziyorlar özellikle bebeğin doğumu öncesindeki kritik dönemde. Bazı memeli türlerde de olduğu gibi, erkeklerin eşlerinin doğum öncesinde,  yüksek seviyede prolaktin hormonu salgıladıkları bulunmuştur.

Kanadalı biologist Katherine Wynne-Edwards ve psikolog Anne Storey benzerliklerin sadece bunlardan ibaret olmadığını ifade etmişlerdir. Yeni doğmuş bebeklerini tutan, kucaklarına alan babaların prolaktin ve kortisol hormonlarında artış olduğu ve testesterone isimli erkeklik hormonunun azaldığını  tesipt etmişleridir.

Ancak babaların bu hormonları salgılamaları için babaları ile vakit geçirmeleri gereklidir. Ancak bu her zaman gerçekleşememektedir. Bebeğin yaşamı çoğu zaman fazlasıyla önem senmez, kaldı ki kimi geleneksel toplumlarda bazı çocuklar 5 yaşının altında olanların %40 ı yaşamlarını kaybetmekteler.

Farklı kültürlere bakıldığı zaman, örneğin Batı Afrika toplumu olan Mandinka isimli toplulukta ise, anneannenin varlığı bebeklerinin gelişimi için oldukça önemli.  Aynı görüşün 18.yy da Finlandiya  için de geçerli olduğunu görüyoruz. Bir başka değişle bu iki topluluk içinde, evlenmeye hazır bir erkek, kendisine evleneceği ve çocuk sahibi olacağı kadının annesinin dayanıklı ve sağlıklı olmasına dikkat ediyor.

Görüldüğü üzere, tarih içinde ve farklı toplumlarda erkek ve kadının rolleri aslında uzunca bir süredir belirli. Bu işbirlikçi sistem içinde babaların rollerinin ve çocukları ile ilgilenmelerinin durumu değişmekte. Ancak tarih içinde görülen, bizim çekirdek aile olarak nitelendirdiğimiz sadece anne ve babadan oluşan aile sisteminin çok da faydalı ve geçerli bir sistem olmadığını, anne ve babanın yanı sıra başka kişilerin yardımının da önemli olduğunu görmekteyiz.

Elbetteki bu kültürel anlamadaki değişik görüşler babaların çocukları ile ilgilenmemeleri için mazeret değil. Konu ile ilgili farklı kültürel görüşlerin başka bir ilginç olanı ise, Güney Amerikadan geliyor. İnanışa göre, doğum olmadan önceki 10 ay içinde bir kadının beraber olduğu tüm erkeklerin, fetusun gelişiminde biyolojik  katkısı oluyor. Ve bu görüşü benimseyen, hamile kalan kadının beraber olduğu ( son 10 içindeki) tüm erkeklerden yardım istenebiliyor. Kadının kocası da bu görüşü kabul edebiliyor ve çocuğun bakımında bu erkeklerden yardım isteyebiliyor.

İşte sevgili okurlar, babalık ile ilgili olarak ne çok farklı görüş, tarz ve araştırma sonucu ile karşılaşabiliyoruz. En önemlisi, ister anne ister baba olsun, çocuğun bakımında çocuğa koşulsuz sevgi vermek öyle değil mi? Bakımı veren kişinin çocuğun sadece fiziksel ihtiyaçlarını karşılaması değil, ona özenle, saygı ve sevgiyle yaklaşabilmesi öyle değil mi?

Şimdi babalara seslenelim yine, lütfen çocuk ve ergen çocuklarınızla kaliteli vakit geçirin, onlara sosyal dünyayı, sevmeyi, sevilmeyi, kabul etmeyi ve koşulsuz güven ve sevgiyi öğretin!