“Kaderde yokmuş” dedi sesi titreyerek. İçinde hiçbir şey kalmayıncaya kadar sözlerini dökmek istese de… Sözler artık kilitlenmişti. Yürümeyi kabullendiği hayat çizgisinde hiçbir şey inancından daha derin olamazdı. Aynı düzlemde kesişmeyen duyguların patlamasına izin veremezdi. Kaçış yolu, sert olmaktan öte, çok fazla şeye sahip olmanın yanlış nezaketinde kestirme yoldan kaybolmayı tercih etmek olmalıydı. Su gibi şeffaflaştı, gözlerde kayboldu, nehir gibi aktı gitti. “Görünmezliğin yansıması, gölgesi olabilir mi acaba?” “Beni görebiliyor musun?” dedi bastırılmış bir haykırış fısıltısıyla. Hayal görüyorsun. Hayaller de saatin içinde zaman gibi dönüp duruyordu.

Her şeyi mantık çerçevesinde rafa kaldıran bir tavrı, yıkıcı bir gülümsemesi vardı. Koltuğunda oturmuş, güzel bacaklarını sallayarak yere bakıyordu. Bir kere kalbinde sonsuzluğa uzaklaşmıştı. Anılar sıfırla çarpılmıştı belli ki. Sonra da egolara bölünmüştü. Bu durumda gelen duygu atıklarını ve tüm adımları hesaplamak mı gerekiyordu?

Sırf onu gülümsetmek için söylediği tatlı sözleri hatırladı. Bir gülümsemenin yeterli olduğu, duygu yüklü anların mucizeler yarattığı zamanlar geçti aklından. Yan yanayken onun paltosunun cebine zorla sokuşturduğu elleri, o aşka dokunan elleri, şimdi sımsıkı kenetlenen parmakları… Soğuk soğuk terliyordu. Bağlı ellerinin soğukluğunu hissedemezdi.

Burnundan çıkan nefesin derin soluma sesi ve sesin ona kattığı güçle hızla ayağa kalktı. Öyle ya da böyle, elbet bir gün kendi kaderimize gitme zamanı gelecekti.