Dilerim hem yargılananlar, hem yargılayanlar, hem içerdekiler, hem dışarıdakiler, hem zalimler, hem mazlumlar ve hemde vicdan sahibiyim diyenler bu sözlerimden kendilerine düşen payı alırlar.


Ziya Paşa'nın “Kadı ola davacı muhzır dahi şahit, ol mahkenin hükmüne derler mi adalet?”dediği gibi bugünlerde yaşanan olaylar ve olaylarda yaşanan adaletsizlikler, ülke ve millet adına her birey gibi bende büyük bir kaygı duyuyor ve üzlüyorum.


Ancak toplum olarak o kadar kutuplaşıp politize oldu ki, tarafları eleştirdiğin zaman sana mutlaka bir etiket ve bir yafta yapıştırıyorlar. Seni mutlaka bir “tarafın” tarafı olmaya zorluyor, güçler seni tehdit ediyor ve adalet adına yaptığını iddia ettiği adaletsizliği sana reva görüyor. 12 Eylül dönemini hatırlamıyorum ama okuduğum kadarıyla bugün yaşadığımız hukuksuzluklar bir 12 Eylül versiyonu olduğunu söylersem sanırım abartı olmaz.


Ben bölgede; köyler yakılıp yıkıldığı, insanlar diri diri yakıldığı, ocaklar ateşe verildiği, insanların Cumhuriyetin gözaltılarında kaybolduğu, OHAL'in acımasız, ahlaksız ve kural tanımadığı dönemlerde yaptığım haber ve programlardan dolayı Cunta Rejimi tarafından PKK'nin propagandasını yapmakla suçlandım, fişlendim ve hayatım karartıldı.


O dönemde HADEP'e yapılan baskılara karşı çıktığım için dönemin Emniyet mensupları tarafından HADEP'li olmakla mimlendim.


Tek suçum; savaşa, şiddete, kardeş kavgasına, yakmalara ve yıkmalara karşı çıkmaktı. Herbert Hoover'ın “Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle hareket edip tek başına kal daha iyi.” dediği gibi yine OHAL döneminde, HADEP'ten faklı düşünen, savaş ve şiddete karşı çıkan şimdi ki HAK-PAR, o zamanın DKP (Demokratik Kitle Partisi) Lideri merhum Abdulmelik Fırat'a HADEP'liler tarafından yapılan baskıya ve haksızlığa karşı çıktığım için HADEP'liler tarafından “tışıkçı” olmakla suçlandım.


Buradaki suçum; rahmetli A. Melik Fırat'ın seçimler zamanında HADEP'i ziyaret etmesi sırasında kendisine yapılan saldırı ve haksız ithamlara karşı çıkmamdı.


Montesquieu'nun “Zülmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa, hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır”dediği gibi bütün yaşamımda kendi küçük çaplı dünyamda ve en yoksul olanaklarımla daima hakkın ve hukukun tarafı olmaya ve hiç kimsenin de adamı olmamaya çalıştım.


Lakin bizim toplumda bir tarafa taraf olmadığınız, ilkeli davrandığınız zaman size yaşam hakkını tanımazlar.


Ak Parti kurulduktan sonra Başbakan Erdoğan'ın 2005 Ağustos'un da Diyarbakır'daki konuşması, ilk kez Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Başbakanı resmen Kürt sorununun, yalan söyleme sanatına başvurulmadan bir halkın varlığının kabul edilmesi, herkeste yarattığı olumlu tepkiyi benden de yarattı.


Ak Parti'nin başlattığı bütün demokratik adım, açılım ve bütün ekonomik hamlelerine destek verdim.


Ak Parti'ye destek verdiğim için de bu sefer PKK ve BDP tarafından yine acımasızca eleştirildim. Devlet adamı , işbirlikçi, tırşıkçı ve hatta ahlak ve edep sınırlarını da zorlayarak “ajan” olmakla suçlandım. Yetmedi PKK tarafından resmen ölümle tehdit edildim. Ancak buna rağmen zerre kadar inancım ve duruşumdan taviz vermedim. Benim inancım ve duruşum yanlış olabilir ancak ben bir şeye inanırsam onu ölümüne savunurum.


Çünkü Tevfik Fikret'in dediği gibi “Adalet ancak gerçeklerden, mutluluk ancak adaletten doğabilir.” Bu inançla Ak Parti'nin başlattığı barış sürecini de sonuna kadar savundum.


Lakin giderek muktedirleşen AK Parti; Anatole France'nin “Basılı herhangi bir eser hakkında ceza kovuşturması açılabileceğini düşünmek bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor.”dediği gibi basının, aydınların, muhalif medyanın, yargının, eğitimin, emniyetin ve bilumum kendisine destek vermeyen her kurum, kuruluş ve şahsiyetlerin üzerine baskı kurmuş ve telafisi olmayan mağduriyetlerin meydana gelmesine neden olmuştur.


Thomes Jefferson'ının “Yasama, yürütme ve yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir, kuvvet kimdeyse o hakimdir.”dediğinin aynısı bugün adalet, emniyet ve yargıda yaşanmaktadır.


İşte bugün bunlara da karşı çıktığım bu sefer Ak Parti'liler, BDP'liler, PKK'liler ve bazı muhalif kesimler tarafından da Cemaatçi olmakla suçlanıyorum. Hani Gandi Kemal'in “bana Ergenekon örgütünün adresini verin de gidip üye olayım.”dediği gibi hayatımda Gülen Cemaatiyle yakından ve uzaktan asla ve asla bir diyaloğum ve yakınlığım olmamıştır. Yerlerini de bilmiyorum.


Sadece Gülen hareketinin gerek bölgede, gerek ülkede ve gerekse dünya çapında eğitim, ilim ve bilim adına vermiş olduğu hizmete sempati duyuyor, asıl mücadelenin dağlarda değil de üniversite kampüslerinde olduğuna ve bir ülkenin ancak ve ancak eğitimle kalkınabileceğine inanıyorum


Eğer bu suçsa, evet suçluyum.


Her ne kadar Jean-Jacques Rousseau “Kanun, hak, hukuk ve adalet dört ayrı şeydir.”dese de Ankaralılaşan Ak Parti hükümeti ne yazık ki bu dört şeyi sadece kendisi için, bakan çocukları, bacanaklar, baldızlar, enişteler ve yakınları için kullanmaya başladılar.


Size kendimden bir örnek vereyim: Hani şu benim meşhur fişlemem davam var ya; 28 Şubat Kanunu çerçevesinde yaptığım ilk müracaatım reddedilmişti.


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan'ıFaruk Çelik'e yaptığım itiraz üzerine, Faruk Çelik dosyamın tekrar incelenmesi için Devlet Personel Daire Başkanlığı'na gönderdi. Devlet Personel Başkanı Mehmet Ali Kumbuzoğlu, kararını değiştirerek ve benim mağduriyetimi kabul ederek Bakan'a şöyle bir bilgi notu gönderdi.


“Mağduriyetin giderilmesi için ya yasal düzenlemenin yapılması ya da Bakanlığın bu konuyla ilgili çalışma yaparak kendi takdirinin (yani istisnai kadrodan atanma yetkisinin kullanması) bakanlığa ait olduğunu”belirtmektedir.


Peki Bakanlık ne yapıyor?


Bu konuyla herhangi bir işlem yapmadan direk kafadan ilk vermiş olduğu “ret kararını” bana dün gönderiyor. Gerekçe de daha önce memuriyetten atılmadığım için.


İyi de zaten benim memuriyetim engellenndiği için ben memur veya işçi olamadım. Bu argümanın haklı, hukuki, ahlaki, vicdani ve insani bir tarafı var mı? Siz bir insanın memuriyet hakkını elinden alıyorsunuz, hayatını karartıyorsunuz ve sonra diyorsunuz ki, memur olmadığınız için sizi almıyoruz diyorsunuz.


Bunun neresi adalet, neresi insan hakları ve neresi hukuktur?


Hırsızlık, yolsuzluk yapan, bu milletin alın terini çalan bakan ve bakan çocukları için 4 bin polis, savcı, hakim, öğretmen, gazeteci, TRT çalışanı vs sürgün ediyor, yerlerini değiştiriyorsunuz. Kanun üstüne kanun çıkartıyorsunuz. Yetmedi HSYK gibi bir kurumu hallaç pamuğuna dönüştürüyorsunuz. Bunu kendiniz için mübah ve haklı görüyorsunuz. Bütün bunlarada delili, kanıtı ve somut bir illiyet bağlı olmayan ve olduğu belirsiz “paralel devlete” bağlıyorsunuz.


Ama iş benim gibi arkası, kimsesi olmayan sıradan vatandaşa gelince “haktır ama yoktur”diyorsunuz.


İşte biran önce Adalet ve Kalkınma Partisi adı gibi hareket etmeli, adaletsizliklere ve hukuksuzluklara son vermelidir.