Gazeteci Erdinç Utku, 15 Temmuz 2012 tarihinde kaleme aldığı Avrupalı Türk’e “gurbetçi” demeyin! başlıklı makalesinde Türkiye kamu kurumlarına ve basınına artık Avrupalı Türk’leri “gurbetçi” olarak adlandırmamaları için çağrıda bulundu. Utku, aynı zamanda “gurbetçi” kavramı için Türk Dil Kurumu’na yeni bir tanım önerdi. 2004-2005’ten beri Avrupalı Türk’ler vurgusunun promosyonunu yapan, söz konusu vatandaşların “gurbetçi” olarak yaftalanmasına karşı çıkan biri olarak telaffuz edilen çağrıyı bu yönleriyle yerinde buluyorum. Ancak makalede yer alan bazı fikir ve vurgulara katılmıyorum.


Birincisi;
Avrupalı Türk’leri Avrupa’da doğmuş ve/veya büyümüş, hayatlarını Avrupa’da geçirmiş Türk’ler olarak tanımlıyor. Yani “bir tarafta Türkiye var, diğer tarafta Avrupa var” şeklinde özetlenebilecek ikilem üzerinden mantık yürütüyor. Katılmadığım bir bakış açısıdır. Avrupalı Türk’leri Avrupa değil, AB üyesi devletlerde doğmuş ve/veya büyümüş, hayatlarını AB üyesi devletlerde geçirmiş Türk’ler olarak algılıyorum. Çünkü Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak görüyorum,
Türkiye, Avrupalı’dır başlıklı makalemde belirttiğim gibi.


İkincisi;
Avrupalı Türk’leri “etnik azınlık” olarak değerlendiriyor. Söz konusu vatandaşları “gurbetçi” etiketiyle telaffuz etmeyi ne kadar anakronik, ve hatta aşağılayıcı buluyorsam, “azınlık” etiketiyle telaffuz etmeyi de bir o kadar yanlış buluyorum.


“Azınlık” konsepti, mevcut AB mevzuatının hiç bir yerinde tanımlanmamıştır, her ne kadar AB’nin son antlaşması olan Lizbon Antlaşması’nın 2. maddesinde azınlıklara kısaca vurgu yapılsa da. Avrupa Konseyi nezdinde kabul edilen Ulusal azınlıklar çerçeve sözleşmesi de herhangi bir tanımlama getirmiyor ve hatta sadece “yerli azınlıklar”’ı kapsıyor, “yabancı asıllı azınlıklar”’ı değil. Yani “azınlık”, muğlak ve farklı ajandalara hizmet etmeye eğilimli bir kavram. Zaten bu sebeple Belçika’da 2010’da Kültürlerarası Diyalog Kurultayı’nın raporu “azınlık” için bir tanım önermişti.


“Azınlık” kavramı, hedeflediği vatandaşlara özel bir muamele gösterilmesini meşrulaştırıyor. Sanki bir yanda asıl vatandaşlar, diğer yanda da bilmem hangi azınlığa ait şahıslar varmış gibi. Halbuki Avrupalı Türk’ler, ve benzer anlamda Avrupalı Müslümanlar, doğdukları, büyüdükleri, yaşadıkları devletlerin eşit vatandaşlarıdır. Çoğunluk/azınlık ikilemini çerçeve olarak kabul etmek, haklar eşitliğinden bahsedilmesini engelliyor. Mesela zaman zaman sözde azınlık oluşturan vatandaşlara “size şu hakkı verirsek çoğunluğun hassasiyeti zedelenir, bekleyin, sabredin, anlayış gösterin, taviz verin” denebiliyor. Halbuki Avrupalı Türk’lerin diğer vatandaşların sahip oldukları haklardan istifade etmeleri son derece doğal olmalı.


Kelimeleri tabii ki önemseyelim. Ama o halde sonuna kadar önemseyelim.