Geçen hafta sonu değerli dostum Efsane ile periyodik olarak yaptığımız bir Amsterdam yürüyüşü gerçekleştirdik. Şehir merkezine doğru yaklaşmıştık ki, kalabalık ve hareketlenme artmıştı. Saat 14.00 civarıydı. Bir de ne görelim! Rozengracht’da bulunan Fatih Camii’ne yirmi otuz metre uzaklıkta evsiz olduğu her halinden belli olan birisi vurmuş kafayı horul horul uyuyor.

Amsterdam’ın göbeǧinde, öǧle saatlerinde bu manzarayı görünce hemen fotoğrafladık. Bizden haberi bile yok adamın. Cadde kalabalıkmış, umrunda değil. Başında biraz durduk. Uyanmadı. Biz yolumuza devam ettik. Beş yüz metre gittik ki, bu sefer yanında köpeği olan bir başka evsiz daha gördük. Adam oturmuş kaldırıma, açmış tabakasını sigara sarıyor. Gelen geçenlerin, hatta turistlerin ilgi odaǧı. Bu manzarayı da fotoğrafladık.

Kısa mesafede aynı manzarayı görünce, değerli dostum Efsane’ye ‘bu adamların bu halde cadde ortalarında yaşamalarında bizim de sorumluluğumuz var mı’ sorusunu sordum. Efsane, bir müddet düşündükten sonra, ‘çok zor bir soru sordun, birader’ diyebildi.

Bir iki gün sonra, çektiğimiz fotoğraflardan birini sosyal medyada paylaştım. Efsane’ye sorduğum soru ile birlikte. İlk yorum değerli dostumuz Kamil Saygı’dan geldi. Saygı şöyle diyordu: “Zamanında bir proje hazırlamak istemiştik. Belediyeden bir yetkili bunlar için yatacak konforlu yerler yapmışlar. Ancak hepsi geri dönmüş çünkü bunu bir hayat felsefesi olarak görüyor birçoğu. Yani Allah’ın nimetlerinden yararlanmayı reddediyorlar.”

Twitter’dan yorum yapan Irak Türkmen İnsan Hakları Vakfı başkanı Dr. S. Paşalar ise şöyle diyordu: “Bunlar, kendilerine her türlü imkanlar sağlandıktan sonra bu yaşamı seçmişler, bunları bırakalımda bizim oralarda imkansızlıklardan bu hale bundan daha kötü hale düşenlerin vebali kimde olduğunu arayalım.”

Paşalar haklıydı. Onların, yani bizim oralarda imkansızlıklardan dolayı bu hale düşenler vardı. Onları da düşünmek gerekiyordu.

Bu yorumlardan sonra bu alanda yazılanlara bir göz attım. İlginç tespitlerler buldum. Bunlardan birisi şöyle: “Sokakta yaşayanlarla ilgili bir televizyon programı yapıldı. Programda, farklı özelliklere sahip evsizlere mikrofon uzatıldı. Konuştular. Aralarında zenginlerinde bulunduğu bir grup, sokakta yaşayanların halini anlamak için bir hafta boyunca sokakta yaşamayı tecrübe ettiler. Programda, sokakta yaşamaya iten nedenler arasında ‘ilişkilerin bozulması, kriminallık, aşırı borçlanmak’ gibi unsurlar ortaya çıktı. Bunun yanısıra bazı insanlar sokakta yaşamayı şuurlu olarak seçmiş ve bunu bir hayat tarzı olarak benimsemişlerdi. Materyalist ve kuralcı dünyaya isyan ediyorlardı.”

Bir başka ilginç örnek ise Rotterdam’dan. Bu evsiz, prensip olarak devletin parasını almayı reddetiyor. Sokakta yaptığı müzik ve söylediği şarkılarla yani alın teriyle hayatını devam ettiriyor. Sokakta yaşamayı bir yaşam tarzı olarak seçmiş.

Evet, Avrupa’da bazıları sokakta yaşamayı bir hayat tarzı olarak seçmişler. Devletin ödeneklerni istemiyorlar. Kurum ve kuruluşların kurallarına uymak zorlarına gidiyor. Mutlu olmak için sokaklarda yaşamayı kendilerine bir yaşam tarzı olarak seçmişler. Bundan gayet memnunlar. Bazıları da çaresizlikten sokaklarda yaşıyorlar. Soǧuk ve dondurucu günlerde ise belediyelerin korunma merkezlerine gidiyorlar. Netice olarak, ister sokakta yaşamayı isteyerek seçenler olsun, ister çaresizlikten sokaklarda yaşayanlar olsun, sokakta yaşam yani evsizler Avrupa’nın sosyal bir gerçeğidir. Örneǧin, Avrupa’nın başkenti Brüksel’de (sonhaber.eu) üç bin kişi sokaklarda karton üstünde yaşıyor.