Her yıl 27 Ocak Almanya için önemli ve anlamlı bir gündür… 27 Ocak 1945 günü Rus askerleri, bugün Polonya topraklarında olan Auschwitz toplama kampını ele geçirmiş, soykırımın sembolü olan kampta hayatta kalabilen 7 bin 500 kişiyi kurtarmıştı. Auschwitz’te Naziler, büyük bölümü Yahudi olan 1 milyon 300 bin kişiyi sistematik şekilde öldürmüştü.

 

* * *

Kızıl Ordu kampa yaklaşırken kaçan Naziler kamptaki 56 bin tutukluyu da batıya doğru yola çıkarıyor. Ölüm yürüyüşüne çıkanların 15 bini yolun sonunu göremiyor. Yol kenarındaki cesetler Auschwitz’in son kurbanlarıydı… Almanya 1966 yılından beri Auschwitz'in kurtarılışının yıldönümünde Nazi kurbanlarını anıyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2005 yılında aldığı kararla her yıl 27 Ocak’ı "Uluslararası Soykırım Anma Günü" olarak kabul etti.

* * *

Gazetelerde okumuş, televizyonlarda izlemişsinizdir. 27 Ocak 1945’in 70. Yıldönümü olan Salı günü Alman Meclisi’nde ve Auschwitz Kampı’nda törenler yapıldı.  Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck özetle, "Auschwitz herkesin konusudur. Bu ülkenin tarihine ait bir şeydir"  dedi.  Gauck, Alman ulusunun saygı duyulan kültürüne rağmen en ağır insanlık suçunu işlemesinden dolayı,  yaşadığı sürece üzüntü duyacağını sözlerine ekledi. Şansölye Angela Merkel ise “Auschwitz’de yaşananları unutmamamız gerekiyor. Yalnızca anma günlerinde değil, her zaman” dedi.

 

* * *

 

Naziler ve Auschwitz ile diğer toplama kamplarında yaşanan insanlık suçu Almanya’da ilelebet yaşanacak bir travma yaratmıştır…  Çağdaş felsefede “Frankfurt Okulu” olarak nitelenen düşünürler çevresinden Theodor W. Adorno bu travmayı ilk yansıtanlardan biridir… 1949’da yazdığı “Kültür Eleştirisi ve Toplum” adlı denemelerinde bugün artık slogan haline gelmiş bir cümle var. “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır.”

 

* * *

 

O kadar çok kullanılan bu cümleyle tabiîki şiirin yasaklanmasını istemiyor Adorno… Adorno’nun işaret ettiği şey, Auschwitz’den sonra, onu üreten kültürün eleştirilmesi… Bu cümlesiyle insan yaratıcılığının en estetik yollarından biri olan şiirin sorgulanmasını talep ediyordu bana göre… Bu cümle felsefede çok tartışılan bir cümledir… Neyseki Adorno, yirmi yıl sonra bu fikrini yumuşatır ve “Her acının bir ifade edilme hakkı var” diyerek şiir yazmaya devam edilebileceğini önerir… Ancak “Acı ifade edilmelidir ama kültürü eleştirmeden hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edemeyiz” diye de ekler… Auschwitz’den sonra yazılan şiirler bu acıyı hatırlatacaklar…  ama yaşanan dehşeti bu şiirlerle de yenmek asla mümkün olmayacak…

 

* * *

1939’da Polonya'nın işgalinden sonra Oswiecim kasabasının yakınına iki yılda üç kamp kurulur. 27 Mayıs 1940’da SS’lerin şefi Heinrich Himmler, kampların şefi olacak Rudolf Höss’e, Oswiecim (Almanca Auschwitz) kasabasına büyük bir toplama kampı yapılması emrini verir. Mayıs 1940'ta Auschwitz I, 1942'nin başında Auschwitz II (Auschwitz-Birkenau) ve Ekim 1942'de kurulan Auschwitz III (Auschwitz-Monowitz) kampları yapılır. Daha sonra bu üç kampa bağlı yakınlarda irili ufaklı 39 kamp daha kurulur.

* * *

Aslında Naziler, 1933-44 arasında 22 ana toplama kampı ve bunlara bağlı 1200 kamp kurmuştu. Dachau,  Hitler'in 1933 yılında iktidarı ele geçirmesinin hemen sonra kurulan ilk kamptır. Bunlar arasında Auschwitz-Birkenau, Yahudileri yok etme planında çok önemli rol oynayan en büyük kamplardan biri… Toplu katliam için zehirli Zyklon B gazı ilk kez burada denenir. Auschwitz-Birkenau kampında Kasım 1944'e kadar en az bir milyonu Yahudi, 1 milyon 300 bin kişinin öldürüldüğü belirtiliyor. Tutuklular üzerinde ölümle sonuçlanan tıbbi deneyler de bu kampta yapılır. Auschwitz'in hayatta kalan kurbanlarından biri şöyle diyor: "Kampa trenle gelince rayların başında toplama kampının doktoru Josef Mengele duruyordu. Baş parmağıyla ya sol ya da sağı gösterirdi. Solu gösterdiğinde, biraz daha zamanınız olurdu. Sağı gösterdiğinde ise hemen gaz odasına gidiyorsunuz demekti.” Bu nedenlerden dolayı Auschwitz tüm kampların bir sembolü...

* * *

Auschwitz’i yazarken Adorno’dan sonra ünlü Fransız komunist şair, yazar Louis Aragon’u da hatırlamak gerekir. Şiirde  sürrealizm akımının kurucularından Aragon, Alman işgali sırasında Fransız Direniş Hareketi’ne katılır. 2011’de “Aragon – İsyan ve Şiir”  (Doğan Kitap – ISBN 978 -605 -09 -0399 -7) adlı kitabı çıkan yazar Nedim Gürsel, onun için “Yirminci Yüzyıl’a damgasını vuran isyan şairidir” diyor.

* * *

Aragon, 6 Ekim 1943'te "Grevin Müzesi" (Musee Grevin) şiirini yazar. Uzunca şiirin dört dizesi şöyledir "Polonya sınırında bir cehennem/ Korkunç bir şarkının ıslığı/ Auschwitz! Auschwitz/ Ey kanlı heceler…/ Bu korkunç kampın adı böylece ilk kez duyulur. Aragon, bu ismi Fransız Direniş Hareketi’nin Gençlik Örgütü Başkanı Marie-Claude Vaillant-Couterier’in sevgilisi Pierre Villon’a yazdığı şifreli mektuplardan öğrenir.

* * *

Fransa’nın işgalinden diğer direnişçi kadınlarla birlikte 1942’de yakalanıp tutuklanan Marie-Claude, 1943’de Auschwitz-Birkenau kampına gönderilir… 18 ay sonra Ravensbruck kampına nakledilir.  Savaş sonunda diğer tutuklularla birlikte kurtarılır.

* * *

Bunu niçin yazıyorum… Çünkü savaş sonrası Naziler’in yargılandığı Nürnberg Mahkemesi’nin en etkileyici tanıklarından biri Marie-Claude’dır. Duruşmaların 44. günü, 28 Ocak 1946 günü sabah oturumunda yaşananları en ince detayına kadar anlatır. Babası Fransa’da dönemin ünlü bir yayıncısı, annesi de ünlü bir moda fotoğrafçısı olan Marie-Claude’nin mesleği de belgesel fotoğrafçılıktır. Çok iyi Almanca da bilen Marie-Claude’nin duruşmada aniden ayağa kalkıp Nazi suçlularının tek tek önlerinden geçerek hepsinin gözlerinin içine bakması bu mahkemenin tarihe geçen unutulmaz anlarından biridir. Daha sonra Fransa Ulusal Meclis Başkan Vekili olan, sayısız nişana layık bulunan Marie-Claude’nin anlattıklarını duruşma tutanaklarının orijinalinden okuyabilirsiniz… (www. avalon.law.yale.edu/imt/01-28-46.asp)  

* * *

Yahudi Soykırımı  ya da felaket manasına gelen İbranice adı ile Şoa (Shoah) hakkında sayısız kitap yazıldı, film yapıldı, belgesel çekildi… Bunlar gelecekte de olacak… Yapılanları tek tek yazmak olanaksız… Ama bunlar arasında 70 yıl sonra ilk kez gün ışığına çıkarılan “Night Will Fall” adlı belgeseli izlemenizi öneririm… İlk kez geçen hafta Arte televizyon kanalında, ardından da Alman Birinci Televizyon Kanalı ARD’de yayınlandı…

* * *

Belgeseli ARD’nin video arşivinden tekrar izleyebilirsiniz… Tabiî ki belgeseli izleyebilmek için kalbinizin de acılara dayanıklı olması gerek… Acele etmelisiniz çünkü 3 Şubat’ta arşivden kaldırılacağı yazıyor… (http://www.ardmediathek.de/tv/Reportage-Dokumentation/Night-will-fall-Hitchcocks-Lehrfilm-fü)...

Belgesel 1945’de toplama kamplarına giren müttefik kuvvetlerinin asker kameramanları tarafından kayda alınmış filmlerden yapılmış… Çünkü kamplara giren müttefik kuvvetleri gördükleri vahşet karşısında “Bu vahşeti görmeyen inanmaz. Bu yüzden her şey filme alınmalı” demişler… İngiltere hükümeti tarafından yaptırılan 70 dakikalık belgeselin danışmanlığını ünlü yönetmen Alfred Hitchcock yapmış…

* * *

Tamamen çıplak gerçeklerden oluşan belgesel bittikten sonra aniden gösterilmesinden vazgeçilmiş… Dönemin şartlarının bu vahşeti kaldırmayacağı düşünülüp İngiltere Kraliyet Savaş Müzesi’nin arşivine  kaldırılmış… "German Concentration Camp Factual Survey" adı verilen belgesel ilk kez bu hafta gün ışığına çıktı…

 

* * *

Auschwitz kampı tüm korkunç görünümüyle bugün de muhafaza ediliyor… Kampta Salı günü yapılan tören tam saat 15:30’de başladı. Çünkü müttefik kuvvetleri 27 Ocak  1945 günü tam saat 15:30’da kampa ulaşmıştı. 170 hektar alana yayılan kamp ancak saat 17:00’de komple ele geçirilebilmişti… Törene New York’tan gelerek katılan 85 yaşındaki Roman Kent, konuşmasında “Kampta bir dakika bir gün gibiydi… Bir gün ise bir yıl… Bir ay ise sonsuzluk gibiydi… Bir insan yaşamında kaç tane sonsuzluğa dayanabilir” (A minute in Auschwitz was like an entire day, a day was like a year, and a month an eternity. How many eternities can one person have in a single lifetime?) diyerek yaşadıklarını özetledi…