Hamas Lideri Hâlid Meşal son İstanbul ziyâret sırası Türkiye olmaksızın Sûriye meselesinin doğru dürüst çözümlenemeyeceğini, kim bilir kaçıncı kere tekrarlamış.


Haklı, Türkiye Sûriye meselesinin çözümüne önayak olmak zorunda.


Ama nasıl?


Bir kere günlerdir sözkonusu edilen “tampon bölge” konusuna vuzuh getirmemiz lâzım. Deniliyor ki eğer Türkiye Sûriyeli mültecîlerin topluca bakımı ve az çok insanca yaşamaları için merkezler oluşturmak üzere Sûriye topraklarına girerse bu, Arab devletlerince yayılmacılık şeklinde anlaşılır ve aleyhimize koz olarak kullanılırmış.


Bence tamâmen abes bir lakırdı!


Bu güvenlik bölgelerini teşkîl etmek için Türkiye’nin Sûriye topraklarına girmesine lüzum yok ki! Görenler bilir, orası alabildiğine vasî, uçsuz bucaksız dümdüz bir arâzîdir. Sözkonusu mültecî kamplarını Türkiye tarafında kurmak üstelik daha bile az masraflıdır.


Fakat bu tabii asıl problemin çözümü değil ancak fevkalâde âcil dahî olsa bir yan problemin çözümü anlamına geliyor. Onun ortadan kalkması ise sâdece asıl problemin ortadan kalkması ve herkesin yerine yurduna dönmesiyle mümkindir.


Peki, asıl problem nasıl ortadan kalkacak?


Benim kanaatim Sûriye adlı sun’î devletin bu hâliyle varlığını artık sürdüremeyeceği yolunda.


Arab Yarımadası’ndaki bütün devletler, belki güneydeki bir ikisi tam değil, 1918’den sonra İngiltere ve Fransa’nın kasden gayrıtabii olarak, hep kargaşalık içinde yaşasınlar da bizler “hakem” rolünde buralara hükmedelim düşüncesiyle kuvözde yokdan vâretdikleri ucûbelerdir! Osmanlı kendini, Sultan Hamîd’in planladığı üzere barış içinde ve düzgünce tasfiye etme imkânına sâhib olsaydı bütün bu coğrafya bambaşka bir görünümde olurdu.


İşte bugün cereyân eden, bu zorlama sistemin çatırdamasıdır.


Arab Yarımadası ergeç kendi tabii benliğine kavuşacak ve huzûra erecekdir ama bunun için önce Fransız ve İngiliz dostlarımızın geride bırakıp daha sonra Amerikalı ve Rus dostlarımızın üzerine kamyon kamyon ilâve yapdığı çöp ve mezbelelik dağlarının ortadan kaldırılması gerekmektedir.


Bu zahmetli ameliyeden sonra nasıl bir Ortadoğu’nun meydana çıkacağını ise basına kapalı bir başka oturumda îzâh edeceğim.


NOT:
Adalar’a elektrik bataryalarıyla çalışan sessiz ve çevre dostu taşıtlar getirilmek istenmesi üzerine ansızın “fayton aşkları” (!) kabaran vicdansız ve iz’ansızlara soruyorum:


O faytonları çeken zavallı atların bir deri bir kemik “süründürülmesi” ve istisnâsız hepsine kırbaçla eziyet edilmesi şimdiye kadar hiç umurunuzda olmadı da şimdi mi “an’aneperver” kesildiniz, a riyâkârlar?


Adalar’da sürekli oturanlarınız arasında bile o zavallı bîçâre canlıların hangi şartlarda “barındığı”nı gidip kendi o körolası gözlerinizle kaçınız yerinde gördü?


“Ada romantizmi”
ymiş!!!


Romantizminiz batsın!


Zahmet edip o atların tir tir titreyen bacaklarına, orasından burasından çiviler fışkıran “ustaca” vurulmuş nallarına, sıskalıkdan her biri teker teker sayılabilen kaburgalarına bir gözatın da “şâirâne” duygularınız biraz daha artsın!


Sevişirken de teneşir tahtasına uzanın! Romantik olur!


Ben sizin romantizminizin yedi ceddine...

(STAR)