Köyde çocukluğumda teyzem beni birkaç  defa ata bindirdi. Bunun dışında binmedim. At yarışı da hiç seyretmedim ve bahislerini oynamadım. Ama atların fıtratına  merakım var, öğrenmek istiyorum. Memleketimde hala at arabaları ile küçük kasaba içi nakliyeler yapabiliyor, panayırlara faytonlarla götürülüyor ve memleketimde ülkenin ve belki de dünyanın en ciddi birkaç at yetiştirme çiftliğinden birisi aktif çalışmalarına devam ediyor. Filmlerde, televizyonda, sinemalarda, internet sitelerinde at yetiştiricilerini, jokeyleri, at uşaklarını, kahyaları anlamaya çalışıyorum. En etkilendiğim olay ise, yaralanan atın ,Onu en çok seven sahibi tarafından ,sahibinin gözyaşları dökerek öldürülmesidir. Çünkü atın canının yanmasına, atın acı çekmesine sahibi veya binicisi ya da dostu daha fazla tahammül edemiyor.


Bu duygularla idam cezalarının kaldırılmasına taraftar değilim ve kaldırılan ülkelerde de bu cezaların derhal geri getirilmesi gerekir.


Ama idam cezalarının, en az 300 yargıçtan oluşan  uluslararası yargıçlar tarafından oy çokluğu ile onaylandığı takdirde uygulanmasının da daha vicdani ve doğru olabileceğini savunuyorum.


Mesela, ismi lazım değil, meşhur Sırp kasabı diye anılan katilin böyle bir mahkeme tarafından yargılanıp idam edilmesi , yaşıyorsa bu adamın anasından, babasından gayrı hiçbir insanı vicdanen rahatsız etmezdi. Mesela aynı şekilde dünyada nam salmış terörist elebaşlarının da akıbeti bu olmalıydı. Ama böyle bir mahkemeye ırk, dil, din, mezhep, milliyet, dil duyguları değil, sadece adalet duyguları hakim olmalıdır.


Çünkü; psikopat, terörist, diktatör gibi kibir, şiddet ve nefretten ibaret insanların aslında ruhlarının ve duygularının çok acı çektiğine ve bu acıyı bastırmak için içinde bulundukları bataklığa daha da saplandıklarına ve peşlerinden sürükledikleri kitleleri de bu bataklığa sürüklediklerine inanırım ben ve atlara gösterdiğimiz şefkatin birazını da onlara gösterip, böyle ruh hastası kimselerin acılarına son vermek için öldürülmeleri gerektiğine inanırım.


Ama insan ile at arasında olan sevgi, şefkat, dostluk milyarlarca insan arasında tam olarak yoktur. Bu sebeple bir teröristin, psikopatın, diktatörün çektiği acılar, başkalarını pek ilgilendirmez. Siyaset, ekonomi dünyasında ise dostluğun zerresi dahi yoktur. İş güce, kuvvete, paraya, makama, mevki sahibi olmaya, hükmetmeye, otorite sağlamaya gelince, baba ile kızı, ana ile oğlu, kardeş ile  kardeşi arasında kin, nefret, kıskançlık, düşmanlık yaşanmaya başlar. Miras davalarında bunu çok gördük. Siyasetin uyduruk  arenasında uyduruk gladyatörler arasında da çok gördük. Teröristler, mafya arasında ise neler olup bittiğini herkes tahmin edebilir.


"Canını sen mi verdin ki! Canları Allah verir, Allah alır ‘’ edebiyatı, felsefesi veya imanı da güzeldir, katılıyorum ama Allah yarattığı canı geri alırken veya bedeninden sıyırıp kendine döndürürken, o canın boğazını sıkmak için ellerini kullanmaz veya tabancasının tetiğini çekmez. Allah’ın tokadı görülmez, sesi duyulmaz derler. Allah arabasına bindirip de öldüreceği kulunu trafik kazası da yapmaz. Yani her nefis ölümü tadacaktır ama bunu nasıl tadacak, bizi yaratan bu son sahneyi Şekspir (
William Shakespeare) ’in sahnelerindeki gibi sürprize bağlamıştır.


Eğer itaat edilen güç ve makam, para  sahibi; yanlış olsa da, adaletsiz olsa da, haksız olsa da, günahkar olsa da; kitleler ona itaatin de, biat etmenin de, saygının da ötesinde, tapınma derecesinde bir sadakat gösteriyorlarsa ben dünyanın tüm psikologlarına, psikiyatristlerine, sosyologlarına, savcılarına, avukatlarına, yargıçlarına, din görevlilerine sesleniyorum! Nedir bunun açıklaması?


Yine dünyanın tüm veterinerlerine sesleniyorum!  Atlar ölmesin artık! Tedavileri onlar acı çekmeden sağlansın! Onlar insanlardan daha dost, daha doğru, daha saf, daha masum, daha adil, daha duygulu, daha romantik, daha vefalıdır.


Atlar bizim sırtımıza binmeyi hak ediyor ama biz atların sırtına binmeyi hak etmiyoruz.


Şimdi bir hayalim var. Kendime buradaki at çiftliğinden ata binme dersleri, atları anlama dersleri  ve bir at satın alıp, Kafkasya, Orta Asya turuna atla çıkmaktır. Ama Ondan önce klarnet çalmak için memleketimin doğuştan yetenekli Romanlarından klarnet çalmayı öğrenmek ve  Orta Asya bozkırlarında, Kazak steplerinde at sürerken yorulduğumda bir ağacın altına oturup atım dinlenirken ve oranın yeşil , güzel otları ile karnını doyururken Ona Balkan, Makedon, Trakya havaları çalmaktır.


Ama her şeyden önce, böyle bir seyahat için atlara pasaport, vize veya araç plakası yada gümrük işlemi uygulanıyor mu? Bunları öğrenmem lazımdır.


Tüm şarkıcılara, bestecilere saygı ve hayranlık duyardım ama şarkılarını, müziklerini herhangi bir siyasi partiye propaganda için satan hiçbir şarkıcıya, besteciye saygı duymuyorum.


Atlara daha çok saygı duyuyorum.


Çünkü at sırtına aldığı kişinin diktatör, bakan, millet vekili, general, bilim adamı, sanatçı ,fakir zibidi, berduş, cengaver olup olmadığına bakmaz.


At sırtına alacağı kimsenin kendisine göstereceği sevgiye, şefkate, güvene bakar.


Lider, başkan her ne isimdeyse, milletini veya toplumu at sürüsü olarak görüyorsa işte o diktatördür ama kendisini ve adamlarını at ve milletini de süvarisi olarak görüyorsa, işte o gerçek bir liderdir ve adam gibi adamdır.


Vedat KUŞAKLI

[email protected]