Kenan Evren, 12 Eylül'ün en ateşli günlerinde Atatürk'e olan bağlılığını açık bir şekilde ilan etmişti

3 Eylül 1980’deki Hürriyet gazetesinin manşeti şöyledir: “Atatürk yolunda devam....” O günlerde, çoğu gazete bu doğrultuda manşetler attı. Benzer manşetleri 27 Mayıs 1960 askeri darbesinde de 12 Mart 1971 askeri darbesinde de görmüştük.

12 Mart’ta kurulan ‘Reform Hükümeti’ ‘Atatürkçü reformları gerçekleştirmek için’ kolları sıvamıştı. Her üç darbeyi de yaşamış kuşaktanım. İlkinde 14 yaşındaydım ve darbeyi destekledim.

İkinci ve üçüncü darbelerin mağduru olarak hapse atıldım. Birinde 3 yıl, diğerinde 4 yıl içeride yattım. İlk darbede Atatürkçü bir ailenin mensubu olarak askerlerin ‘Atatürkçü’lüğünden memnundum.

İkinci darbede Atatürkçü subaylar arkadaşlarımızı idam ettiler. “Atatürkçüyüz” diye diye ülkeyi bir hapishaneye çevirdiler.
‘En Atatürkçü’ darbe ise şüphesiz 12 Eylül 1980 darbesiydi... Hapse atıldığımızda elimize ‘Devrim Tarihi’ kitabını tutuşturdular. Önsöz Kenan Evren’e aitti.

İşin doğrusu, bu kitap bizim üniversitelerde, liselerde okuduğumuz tarihin aynısıydı. Bildiğimiz ‘6 Ok’ tariflerinden, Milli Mücadele’ye ilişkin kahramanlık destanlarından, Atatürk’ü engellemek isteyen ‘tutucu’, ‘hilafetçi’ silah arkadaşlarından bahsediyordu. Ne biliyorsak, biraz daha kabalaşmış, sopaya ve copa dönüşmüş halde karşımızda duruyordu.

“Atatürk kimdir” başlıklı ve 12 maddeden oluşan bir Atatürk tarifi, bir karta bastırılmıştı. Kartı ezberlememiz isteniyordu. Aradan 32 sene geçtiği halde bazı cümleler hâlâ hatırımda: “Atatürk yurdu kurtaran, yeniden bir vatan kuran...” vb. diye gidiyordu maddeler...
Bu 12 maddeyi hançeremizi yırtarcasına hiç hatasız okumazsak ağır bir dayaktan geçiriliyorduk.

Askerler bu işi doğal bir görev gibi yerine getiriyorlardı. Onlara göre biz Atatürk’ü anlamıyor ve onun çizdiği yola ihanet ediyorduk. Atatürk’ü tam olarak anlayabilsek durum düzelecekti. Onlara göre, demokrasi içinde bunları öğretmek mümkün olmuyordu. Siyasiler işi hemen saptırıyorlardı ve halkın dini duygularını istismar ediyorlardı. Atatürk’te, ilkelerinde ve askerlerde hiçbir şüphe duyulabilecek yön yoktu, bozukluk Atatürk’ü doğru yorumlayamayan halkın karakterindeydi.

Milli Eğitim Bakanlığı, eğitim teorisini ve pratiğini ‘Talim ve Terbiye Kurulu’ üzerinden şekillendirir. Atatürkçülüğün esası “yukarıdan aşağıya zor yoluyla geri olan toplumu eğitmektir, değiştirmek”se, onun eğitim mantığının esası da ‘Talim ve Terbiye’dir. En iyi ‘talim ve terbiye’ ettirilenler askerler olduğu için sistemi ‘en iyi’ onlar anlayıp onlar uygulayabildiler. Tıpkı Fransız Jakobenleri, Sovyet Stalinistleri gibi hareket ettiler.

Demokrasi başladığı an, halka siyaset yapma hakkı verildiği an, eğitim elden gidiyordu, memleket elden gidiyordu, toplum gericilerin eline düşüyordu. Yakın tarihin ‘askeri darbeler’ bölümünün neresini karıştırırsanız karıştırın, siyasi bozulmaya karşı panzehir olarak hep ‘Atatürkçülük’ öne çıkmıştır.

Kenan Evren 12 Eylül’ün en ateşli günlerinde Atatürk’e olan bağlılığını bilim adamları önünde şöyle dile getirmişti:

“(...) Atatürkçülük, çağdaşlaşma, uygarlık, bağımsızlık, özgürlük ve barış demektir. Atatürkçülük, insan sevgisi, her zaman ve her yerde ahlak, doğruluk, iyilik ve güzellik demektir. (...) Atatürk’ün milletine ve insanlığa katkılarını yeniden hatırlamak, fikir ve düşüncelerini değerlendirmek gibi güç, ama o ölçüde onurlu bir görevi yüklenmiş bulunuyorsunuz.”

Onu dinleyen bilim insanları kendisini ayakta alkışlarken “Atatürk kimdir” diye bağıran tutuklu aydınlar, öğrenciler, emekçiler, öğretmenler, solcular, sağcılar, dindarlar ağır sopalarla dövüldüler, bazıları bu dayaklar sonucu yaşamlarını yitirdiler.

“Özgürlük karar verme zorunluluğudur” diye bir söz vardır. Bizdeki darbe dönemlerinde de özgürlük Atatürkçü ‘olmaya karar verme’ zorunluluğudur.

Bugünün yüzeysel siyasetinin böyle bir geçmişin üzerine oturduğu gerçeğini unutmadan bakmalıyız 12 Eylül’e...

(Radikal gazetesinden alınmıştır)