Bir liste yaptım kendime. Çok sevdiğim, beni de çok seven, benimle hakiki bir dost olmuş ama bu dünyaya veda etmiş, sessiz gemiye biletsiz binip izini kaybettiren değerli varlıkların isimlerini yazdım. Listenin yüzlerce sayfa ile dolacağını sanıyordum. Sadece 5 sayfa oldu. Sonra listeye biraz daha dikkatli baktım. Bunların içinde beni veya sevdiğim yakınlarımı bir kaşık suda boğmak isteyenler olduğunu fark ettim. Sildim onları. Liste 2 sayfaya indi. Bu listeye başka dostlarımın ilave edilmesine gönlüm razı değil. Ama hayatın gerçekleri gönlümüzün rıza gösterip göstermemesine göre yaşanmıyor. Hayat hiç birimizin gönlünden onay, tasdik mührü beklemiyor. Üçüncü sayfaya ve belki de dördüncü sayfaya bir çok kayıplarımı kaydedeceğimi biliyorum. Belki de birkaç gün sonra bu listeye başka bir isim kaydedemeden ve kendi ismimi bu listeye yazamadan sessiz geminin liman iskelesinden boynumu bükerek çıkacağım ve güverteden el bile sallayamayacağım. Çünkü bu geminin bir güvertesinin olmadığı söyleniyor. Hatta bu geminin aslında bir denizaltı olduğunu söyleyenler var. Geminin aşçısı, çarkçısı yok. Geminin sadece bir numaralı kaptanı var. Kara sancağını çeken Süvari Azrail bu geminin tek mürettebatı ve tek kaptanı.

Karlar erimeye başladığında listeye baktım ve kendimden utandım. Beni gerçekten çok seven iki aziz dostumu unutmuşum, hatta birisinin ismini bile unutmuşum. Yüzünü hatırlıyorum, fıtratını biliyorum ama ismi gelmedi aklıma.

Zaten bu listeye başlamaktaki maksadım buydu. Unutkanlık yapıştı zihnime. Unutuyorum. Gözümde gözlük, gözlük arıyorum. Ayağımda çorap ,çorap arıyorum. Elimde kalem, kalem arıyorum. Klavye ile yazarken silmek istiyorum ama kurşun kalem silgisi arıyorum. Hafızam sisler arasında, zihnimde gri, siyah, kızıl bulutlar var. İşte bunlara meydan okumak için en değerli olan varlıklarımı not ettim ki, en azından onları bana hiçbir renkteki sis bulutu unutturamasın. Ama listeden emin değilim. Belki gerçekten de yüzlerce sayfa olması gerekirdi. Belki de yüzde doksan dokuzunu unuttum. Hayır, sanmıyorum. 2-3 yaşında iken ben, büyüklerden 25 kuruş alan ama çocuklardan almayıp derede kayık sefası yaptıran kayıkçı Mehmet Aga’mı, beni dizine yatırıp masal anlatan Akile ve Münire teyzeleri hatırladığıma göre bu liste tamamdır arkadaş.

Sonra halen yaşayan, henüz yaşayan ve hakiki dostum olan kaç kişi var diye düşündüm. Onlar için bir liste yapsam ne kadar a-4 kağıdı tutar diye düşündüm. Yarım sayfa mı? Bir sayfa mı? Üç sayfa mı?

‘’ Askaros deresinin yan tarafı, yan tarafı derindir, Bugün böyle giderim, Yarın Allah, yarın Allah kerimdir ‘’ şarkısını mırıldanmaya başladım. Hem şarkıyı mırıldandım, hem de derin devlet işlerine daldım. Vatan, Millet, Sakarya hayalleri kurdum. Askaros  dersi miydi? Askaridos deresi mi?

Karlar eridiğinde keşke benim listemdeki 2 sayfalık isimlerin tümü de eriyip canlansaydı, onların hiç birisi listeye yazılmamış olsaydı ve karşıma dikilseydiler. Karlar eridiğinde fakirlik, yoksulluk ve kin, nefret, intikam, düşmanlık, demokrasi, insan hakları, barış, özgürlük edebiyatı yapanların da eriyip buhar olacağını hayal ettim bir an. Çünkü bu işin edebiyatını yapanlar bu işin kaymağını yemek için bütün dünyayı kandıran tiplerdir bana göre. Elbette hayal ile seyretmiyor bu alemin gemileri.

Böyle listeleri insan kendi  kalbine not eder. Ruhuna nakış gibi işler. Zihnine dövme gibi kazır. Böyle listelerin kağıtlarda, bilgisayar ekranlarında işi yok. Ama dedim ya, unutkanlığa meydan okuyorum. Unutmayacağım. Sessiz geminin süvarisi beni derdest edip yaka paça, karga tulumba , iskelesinden veda gemisine bindirene kadar unutmayacağım.

Devletlerin, hükümetlerin yıllık,10 yıllık,50 yıllık,100 yıllık planları, stratejileri varmış falan, bunlar hikaye! Kısa vadeli, orta vadeli, uzun vadeli programlarını her gün, her hafta, her ay, her yıl analiz ederlermiş! Bunlar masal! Askaros deresinin şarkısında olduğu gibi ‘’ Bugün böyle giderim, yarın Allah kerimdir!’’ diyor herkes! Her bireyin, her grubun, her hükümetin tek bir planı var! Bugünü kurtaralım, bugünü böyle idare edelim, benden sonrası, bizden sonrası Tufan!’’

Yakın tarihimizde sadece bir kişiyi bu zihniyetin haricinde tutabiliriz. Tabi ki Mustafa Kemal Atatürk! Herkesin kayıp listesinde ilk sırada olması gereken asil ruh! Ama onu listeye yazmamak gerekir. Eğer unutkanlık denilen illet, Mustafa Kemal Atatürk’ü unutturacak kadar zihninizi ahtapot gibi sardıysa, onu kağıtlara, tabletlere, bilgisayar ekranlarına yazmak fayda sağlamaz.

Aslında tüm dostlar öyle olmalıdır. Ruhumuza ilahi bir dövme gibi kazımalıyız. Ben bu yüzden utanmaya başladım. Zihnimden, belleğimden, hard diskimden, aklımdan, hafızamdan utanmaya başladım. Onlar mı bana oyun oynuyor, ben mi onlara oyun oynuyorum.

Bizi yaratan ilahi ve baki dostumuz Allah! Sen elbette zaman, mekan ötesi olduğun için ve ruhumuz senin ilahi nefesinden küçük bir soluk olduğu için sen bu fani dünyada yazıp çizdiğimiz, ah ve vah ile feryat eylediğimiz her olayın ötesinde bir hakikatsin. Lütfen bize unutturma! Düşmanlarımızı unutalım ama dostlarımızı unutmayalım!

Bunun da hesabından korkarım! ‘’Ben sana dost nasip ettim ey akılsız kulum! Sen onu bile unuttun!’’ diyerek bana onlarında hesabını sormandan korkarım!

Oy Trabzon! Dibi kalaylı kazan! Sevdalı günlerime, geldi çattı ramazan! Oy derenin balıkları, Bıyıklıdır bıyıklı….Tüm şehitlerimizi unuttuk! Tüm gazilerimizi unuttuk! Tüm kahramanlarımızı unuttuk! Yazık bize! Yuh bize!  Bana Yeni Osmanlıcılık taslama ey mübarek adam! Önce Çanakkale’yi, Dumlupınar’ı, İnönü’yü, Afyon’u, Kocatepe’yi, Conk  Bayırı’nı öğren! Bana kuvvetler ayrılığı, parlamenter sitemi gazelleri okumayın! Önce Kuvayi Milliye efsanesini öğrenin!

‘’ Avazeyi bu aleme davud gibi sal, Baki kalan bu kubbede bir hoş sada  imiş. Baki’nin dediği gibi yapmalı her fani! Sesimizi bu aleme sevgili gibi salmalıyız veya sevgili ile konuşur gibi konuşmalıyız, Çünkü bu alemde kalıcı olan sadece hoş seslerdir.

Avazesini bu aleme davut gibi salanlar asla unutulmuyor. Unutanlar var ise, Onların kulaklarını bilmem ama,  gönülleri sağır olanlardır.