Türkçe Olimpiyatları'na katılan ve orada coşkun bir konuşma yapan Başbakan Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi Türkiye'ye davet etti.

Stadyumdaki heyecanı TV ekranından anlamak mümkün değil. O atmosferi yaşamak lazımdı. Belli ki insanların Hocaefendi'ye hasreti dayanılmaz noktalara gelip dayanmış. Başbakan'ın, "Bitsin bu hasret!" temennisi gözyaşlarıyla karşılandı. O gecenin sabahında hemen bütün gazetelerin manşeti o 'davet' üzerineydi.

Hal böyle olunca herkesin merakı Hocaefendi'nin vereceği cevaba yöneldi. Tabii bu arada ekranlarda büyük büyük laflar ediliyor, yorumlar yapılıyor; hatta Twitter korsanları, iflah olmaz bir 'AKP düşmanlığı' ve 'Hizmet aleyhtarlığı' ile harcamadık mermi bırakmıyordu. Bu kadar müspet bir manzaradan, bu kadar menfi anlamlar çıkarmak, ancak ülkeyi tımarhane yapmak için didinen bizdeki kitlelere mahsus olsa gerek. O gece bir sade vatandaşa baktım; bir de sanal alemin söz cambazlarına. Aradaki fark ne kadar büyüktü! Biri ne kadar samimi ve içtense; diğeri de o kadar yapmacık ve sathi idi.

AK Parti'ye oy veren insanlar da, Hizmet'e gönül veren kişiler de Arena'da ortaya çıkan manzaradan memnundu. Zaten bu büyük kitle sokakta, çarşıda, camide, yani hayatın içinde beraberdi. Tasada, mutlulukta, endişede, sevinçte bir aradaydı. Dünyaya bakış açıları birbirine çok yakın olduğu için 'Cemaat-AK Parti kavgası' diye kışkırtılan ihtilaftan haz duymuyordu. Bu nedenle dostluk adına söylenen her cümle tabanda büyük bir sempatiyle karşılandı.

Hariçten gazel okuyanlara gelince! Onların meseleye çok da iyi niyetli baktıklarını maalesef söyleyemiyorum. İhtilaf olsa sevince gark olup "İşte bak bu adamlar iktidara kafa tutuyor." diyerek yeri göğü inletiyorlar. İttifak olsa 'cemaat'i yandaş diye yaftalamaya üşenmiyorlar. Aslında onlar istiyor ki aynı mahallenin çocukları arasında bir kan davası yaşansın. Daha acısını söyleyeyim: Türkiye'de öyle bir zümre var ki (bu hırçın azınlığın kahir ekseriyeti medyadadır) ne Başbakan Erdoğan'dan haz etmekte ne de Fethullah Gülen'in düşüncelerine saygı duymakta. O yüzden bu konularda yaptıkları analizler objektif de değil, rasyonel de...

Hocaefendi'yi bilenler ondan gelecek cevabı doğru tahmin etti. Hocaefendi, Başbakan'ın davetini 'civanmertlik' olarak değerlendirdi ve "Kendisine yakışanı yaptı." diyerek, vefasını ortaya koydu. Türkiye'ye dönme meselesine başka bir açıdan bakarak, henüz Türkiye'nin bu aşamaya gelmediğini de ifade etti. Bu bakışa da saygı duymak gerekiyor...

İster Başbakan'ın isterse Hocaefendi'nin beyanları 'fitne' için fırsat kollayanları şaşırtmış olmalı. Ancak şaşılacak bir şey yok. Madalyonun iki yüzü var; biri camiaya bakıyor, diğeri AK Parti'ye. Tabii ki AK Parti, Hizmet'in kurduğu bir parti olmadığı gibi; 'cemaat' de partinin bir yan kuruluşu değil. Zaten Hizmet parti kurmaz, her partiye eşit yakınlıkta durmaya gayret eder ve onlarla demokratik hedeflerde beraber olur.

AK Parti de hiçbir zaman camiayı kendi gençlik kolları ya da il teşkilatları gibi görmedi; göremez de. Çünkü camianın bu partiye verdiği destek partizanlık nedeniyle değildi. AK Parti'nin demokrasiye yaptığı vurgu ve cuntalarla girdiği mücadele nedeniyle camia, partiye muazzam bir destek verdi.

Huzur bozucuları rahatsız eden tavır

İlişkilerin "iyi olduğu" söylenen dönemlerde bile bir kısım farklı bakışlar olduğu biliniyordu. Bu bir nakise de değil, ayıp da. Tam aksine; bazı meselelerde tam destek veren camianın başka konularda aynı düşünceyi paylaşmaması, sağlıklı bir ilişki göstergesidir. Sağlıksız olan, bu kitleler içinde bazı kişilerin bir hazımsızlık ve hırçınlık içinde diğerini incitmesi, dedikodu üretmesi, kırıcı bir üslupla demokratik birlikteliği çatlatmak için azami gayret göstermesi. Bu anlamsız tavırları dışardan kışkırtanlar da destekliyor, hatta sureti haktan görünerek avuçları çatlarcasına alkışlıyor.

Geldiğimiz nokta şudur: 'Cemaat-AK Parti kavgası' tezi üzerinden her gün yeni bir kışkırtıcı hamle yapılırken Başbakan Erdoğan, Türkçe Olimpiyatları'na davet edildi. Doğru ve isabetli bir davetti bu. Başbakan Erdoğan, bu daveti kabul ederek, iki haftadır ülkeye yepyeni bir atmosfer sağlayan Olimpiyatlar'ın kapanışına geldi. Bu icabet de aslında bir tavırdı; fitnenin devamından yana olanları rahatsız eden bir tavır. Başbakan Erdoğan'a Türkçe Olimpiyatları 10. Yıl Özel Ödülü teklif edildi; o da memnuniyetle kabul etti. Her iki adım da önemliydi. Başbakan'ın bütün Türkiye'nin önünde "Gurbet bitsin!" demesi de önemli bir mesajdı; Hocaefendi'nin, "Kendisine yakışanı yaptı, civanmertlik gösterdi." demesi de.

Hiç kuşkunuz olmasın, bir kısım çevreler bu manzaraya rağmen yine boş durmayacak, parti ile camia arasındaki tabii farklılıkları kavga sebebi saymak için ter dökecek. Hatta şeytanların bile aklına gelmeyecek tezler duyacaksınız yine. Tertemiz insanların arasına bazı uluslararası çevrelerin sızdığını yayacak kadar cüret gösteren insanlar, kim bilir daha neler söyleyecek neler? Dünyanın en özgürlükçü, en sivil, en demokrat hareketlerinden birisini 'güvenlikçi' ya da 'statükocu' olarak yaftalamaya kalkanların neler uyduracağını tahmin etmek kolay gözükmüyor. MİT krizini bahane ederek sarf edilen sözlerin vahametini gördükten sonra, daha kötü yorumlar duysam şaşırmam. Kah 'cemaat'ten yana görünüp partiye, kah partiden yana pozisyon alıyor gibi davranıp 'cemaat'e suçlamalar yapanlar göreceksiniz. Ancak bunlar üzerinde daha fazla durmaya gerek yok; Başbakan Erdoğan ve Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yaklaşımları yeni bir atmosferi kaçınılmaz kılıyor. Bazı konulardaki farklı mülahazalar siyasetle sivil toplum arasındaki farkın tabii yansımalarıdır; o farklılıktan fitne üretmek ve işgüzarlık yaparak insanları gereksiz bir kavganın içine çekmek büyük bir vebaldir...

PANORAMA

Türkçe Olimpiyatları ile ilgili çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Hepsi çok etkili, hepsi çok samimiydi. Ancak hiçbir tablo, 135 ülkeden Türkiye'ye gelip iki hafta burada kalan çocukların ayrılık fotoğrafı kadar sarsıcı değildi. Simsiyah bir çocuk, sarışın bir çocuğa sarılmış ağlıyor. Afrikalı bir öğrenci, ayrılıktan gözyaşlarına boğulan arkadaşının gözyaşlarını siliyor. Bundan daha güzel bir manzara tahayyül edebilir misiniz? Din, dil, renk, kültür farklarının bir kenara bırakılarak insan olmanın erdemiyle insanların kucaklaşması ne kadar ulvi bir tablo! Elbette bu çocukları yetiştirenler tarih huzurunda alkışı hak ediyor; onlar öyle bir beklenti içinde olmasalar bile...

Turgut Özal'ın vefatı yeniden gündemde. Bu seferki çok daha somut verilere dayanan bir süreç. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Devlet Denetleme Kurulu'nu (DDK) harekete geçirerek konuyu mercek altına aldırdı. Ortaya çıkan bulgular tüyler ürpertici. DDK sadece 'öldürüldü' demiyor; onun dışında çok ağır tespitlerde bulunuyor. Öteden beri 'derin devlet projeleri ve operasyonları'nın konuşulduğu bir ülkede bazı hadiselerden kuşku duyulması sadece komplo teorileriyle ilgili değil demek ki...

Balyoz Davası'nda ilginç gelişmeler yaşanıyor. Dava, karar aşamasına geldiğinde 'uzun tutukluluk süreci'nden yakınanlar paniğe kapıldı. Mahkemeyi sabote edebilmek için savunma yapmamaya başladılar. Mahkeme, Baro'dan yardım isteyince Baro, eşi benzeri görülmedik bir ideolojik tutumla avukat göndermedi ve yargılamanın tıkanmasına destek verdi. Hafta içinde davanın başka bir mahkemeye sevk edildiği söylendi. Sonra henüz öyle bir sevkin olmadığı, sadece savcının talebi olduğu ifade edildi. Kamuoyunun da kafası karıştı; Balyoz Davası, Susurluk Davası gibi akamete mi uğratılıyor acaba?

Yeni çıkacak yasada, internete sızan ses kayıtlarından haber yapan gazetecilere ağır hapis cezası olduğu söylenirken ve resmi kaynaklar bunu yalanlamazken bir dava Yargıtay'a intikal etti. Yargı, ses kaydını şikâyet eden sanıklara 'kamu yararı' ilkesini hatırlattı, haber ve yorumların suç teşkil etmediğine hükmetti. Doğru olan da budur. Bir kayıt, bir şekilde aleniyet kesbetmişse ve daha da önemlisi bu, 'kamu yararı' olan bir bilgiyse tabii ki gazetelerin bunu yayınlaması hapislik bir ceza olamaz. Özel hayatın korunması başka bir konudur. Kanun yapıcıların bu ayrıntıları iyi bilmesi, ileride büyük problemlere neden olacak yasaları hayata geçirmemesi gerekiyor.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)