Saat: 24.00... Antakya sokaklarındayım... “El Kaideci” arıyorum...

Caddeler boyu gezdim, “Asi” nehrinin köprülerine baktım, eski Antakya evlerinin bulunduğu dar sokaklarda dolaştım. Yok, yok...
Şu kadarını söyleyeyim: Ortalıktaki tek sakallı bendim.
Sordum soruşturdum. “Ne oldu?” dedim. “Nereye kayboldular?” dedim. İki tür cevap aldım:
Bazıları dediler ki: El Kaide’ciler zaten yoktular. Şehirde görülen ve “El Kaideci” sanılan sakallılar, kamplardan alışverişe gelen mültecilerdi. Yetkililer bir haftadır bu mültecilerin şehre girişini yasakladı...
Bazıları da şunu dediler: “El Kaide”ciler vardı... Bir süredir ortalıkta görünmüyorlar... Devlet olaya el koydu... Ortalıktan çekildiler.
Son not: Antakya’da “sakallı” hassasiyeti o denli artmış ki, sokaklarda dolaşırken inceden tedirgin olmadım desem yalan olur.

Ürkütücü boyutta birlik beraberlik vurgusu

Antakya’da künefeciye gittim.
Dedim ki:
Selamünaleyküm künefeci kardeş... İşler nasıl?
Cevap şöyle geldi:
“Aleykümselam... Biz burada Alevi’siyle, Sünni’siyle birlik ve beraberlik içindeyiz.”
*   *   *
Taksiye bindim. Dedim ki:
Neler oluyor birader?
Taksici hiç düşünmeden cevap verdi: “Hiç kimse bizim birlik ve beraberliğimizi bozamaz, Alevi–Sünni barış içinde yaşayıp gidiyoruz.”
*   *   *
Defne sabunu alayım dedim.
Daha “bismillah” demeden defne sabunu satıcısı başladı konuşmaya: “Burası medeniyetler şehridir... Burada birlik ve beraberlik asla bitmez. Ben Sünni’yim, ortağım Alevi...”
*   *   *
Otele gittim, resepsiyon görevlisi “birlik ve beraberlik” dedi.
Kahveye girdim, kahvedeki amca “kardeşiz kardeş” dedi.
Esnaf Odası Başkanı ile görüştüm, “Alevi–Sünni beraberdir” dedi.
Anadolu Restoran’daki garson, “Burası huzur şehridir” dedi.
Ve böylece ben 12 Eylül günlerinde Kenan Evren’den işittiğimden daha çok “birlik ve beraberlik” cümlesini Antakya’da işitmiş oldum.
*   *   *
Ürktüm biraz...
Nasıl ürkmeyeyim?
“Birlik ve beraberlik” yaşanılır, vurgulanmaz. Vurgulanıyorsa, hem de bu denli çok vurgulanıyorsa tehlike belirmiş demektir.

Altı maddelik özet: Hatay’ın Esad’a bakışı

BU şehirde...
“Resmi görüşler” var, “gayriresmi görüşler” var.
Dolayısıyla:
Bu şehrin nabzını tutmak kolay değil.
Ama ben yine de anlamaya çalıştım.
Anladıklarım şunlardır:
*   *   *
BİR: “Suriye” dendiğinde Kastamonulular ya da Tekirdağlılar kesin bir kayıtsızlık içinde olabilirler. Ama Hataylılar öyle değil.
İKİ: Hatay’daki Suriye duyarlılığına “akraba duyarlılığı” diyebiliriz. Hataylıların Suriye’de akrabaları var. Esad’a yakın akrabaları da var, Esad yönetimine başkaldırmış akrabaları da var... Hatay halkı, Suriye’de olup bitenleri yüreği ağzında izliyor... Bir akraba tedirginliğiyle...
ÜÇ: Suriye ile sınırlar açıldığında en çok sevinenler Hataylılar olmuştu. Nasıl sevinmesinler? Şehir ekonomisini coşturan bir olaydı bu... Sınırlar kapanıp savaş nizamına geçildiğinde ise en çok üzülenler yine onlar oldu. Çünkü ekonomik coşku bitme noktasına gelmiş.
DÖRT: Hatay’da Esad’a “mezhep duyarlılığı” ile destek çıkanlar ya da “mezhep duyarlılığı” ile karşı çıkanlar var mı? Bu soruya kamu alanında kimse “evet, var” demiyor. Ama hissediyorsunuz: Evet, var... Peki buradan yola çıkarak “Bütün Aleviler Esad’dan yana/Bütün Sünniler Özgür Suriye Ordusu’ndan yana” denklemini kurabilir miyiz? Tabii ki hayır... Böyle bir genelleme yapılamıyor. Çünkü bu genellemeyi boşa çıkaracak çok örnek var.
BEŞ: Aslında olay şu: Alevi’siyle, Sünni’siyle herkes Suriye krizinden rahatsız... “Keşke olmasaydı” diye geçiriyorlar içlerinden... Bu öyle bir hissiyat ki, yapılan her türlü soğukkanlı politik analiz boşa gidiyor... “Kim haklı/Kim haksız” meselesinin zerre kadar önemi yok Hatay halkının gözünde... Onlar sadece “keşke olmasaydı” diyorlar.
ALTI: Peki ya Türkiye’nin Suriye politikası? Bu konuda ne düşünüyorlar? Şöyle söyleyeyim: Memnun değiller... Kimi çok memnuniyetsiz, kimi az... Kimi sesini yükseltiyor, kimi kısık sesle konuşuyor... Kimi açığa vuruyor, kimi içine atıyor... Ama sonuç şu: Hatay halkı Türkiye’nin Suriye politikasından memnun değil... “Aşırı sevgi”den “aşırı nefret”e kayışın nedenlerini bir türlü anlayamıyorlar ya da anlamak istemiyorlar. 

Alevi mi, Nusayri mi?

Antakya’da şu sorunun peşine düştüm:
Alevi nedir, Nusayri nedir? Antakya’da Aleviler mi var, Nusayriler mi var?
*   *   *
“Biz Aleviyiz kardeşim... Nusayrilik bilmeyiz” diyen de oldu, “Hayır, biz Nusayri’yiz” diyen de oldu.
“Suriye Nusayrileri ayrı, biz ayrıyız” diyen de oldu, “Ayrı falan değiliz, biz de onlar gibi inanıyoruz” diyen de oldu.
“Bize Nusayri denmesi sonradan çıktı, eskiden bu yoktu” diyen de oldu, “Nusayrilik eskiden beri kullanılır” diyen de oldu.
En sonunda bir “bilen”e sormaya karar verdik.
Herkes dedi ki “Bu işi en iyi ‘Şıh’ Mehmet Mullaoğlu bilir.”
*   *   *
Kapısını çaldık Mehmet Mullaoğlu’nun...
Şunları söyledi:
Biz Aleviyiz... Bize Alevi denir.
Nusayri denmesine de bir itirazımız yoktur.
Suriye’deki Alevilerle aynı inancı paylaşırız.
Tarih boyunca gördüğümüz zulümler nedeniyle sırlarımız oldu. Ama artık sır yok. Ben inancımızın kitaplarını yazıyorum.
Bizim için “Ali’ye tapar” derler. Biz Ali’yi taparcasına severiz ama ona tapmayız. Allah’a taparız.
Hz. Muhammed bizim de peygamberimizdir. Kuran bizim de kitabımızdır. Biz Müslüman’ız.

İddiaların er meydanı Hatay

Rivayetler şehri olmuş Hatay...
Bir odak “Bütün şehir El Kaide’cilerin işgali altında” diyor, resmi makam “Bir tek El Kaide’ci bile yok” diyor.
Bir odak “hesap ödemeyen El Kaide’ci” hikâyeleri anlatıyor, resmi makam “Külliyen yalan” diyor.
Bir odak “Kamplarda savaşçılar var” diyor, resmi makam “Yüzde 80’i kadın ve çocuk” diyor.
Bir odak “Sınır delik deşik” diyor, resmi makam “Yok öyle bir şey” diyor.
*   *   *
Ben hayatımda hiç bu kadar “Kime inanacağımı şaşırdım” durumuna düşmemiştim. Bu şehir rivayetlerin er meydanı olmuş.
İddiaların ve cevapların savaş alanı...
Birbirine taban tabana zıt o kadar cümle işitiyorsunuz ki... En sonunda “Ben bu işin içinden çıkamam” diye pes ediyorsunuz.
Tabii şu cümleyi de mırıldanarak:
Zavallı Hatay... Savaş istihbaratı denilen adi tezviratın ölçüsüz ve ölümüne saldırısı altında kalmışsın...

Antakya’dan çizgiler

Antakya sokaklarında dolaşırken tarihi mekânları anlatan herkes söze “milattan önce” ya da “milattan sonra” diye başlıyor... Etkileyici... Hem de çok. Ama her ne hikmetse tarihi milada ayarlı bir kentte “Biliyor musunuz, ‘Asi’ dizisi burada çekildi” cümlesini de gereğinden fazla işitiyorsunuz. Hay bin kunduz!
“Künefe” Antakya’nın milli tatlısıdır. Nokta. Neden mi bu kadar kesin konuşuyorum? Şundan dolayı: Başka hiçbir kentte “Künefeciler Meydanı” yoktur da ondan... Bu arada Antakya’da sabaha kadar açık künefeciler de mevcut...
“Antakya mutfağı” deyip geçmeyin... Olayın erbabı Antakya mutfağının tarihini Roma İmparatorluğu dönemine dayandırıyor. Her uygarlıktan bir şeyler alarak oluşmuş bu mutfak... Öyle “Arap mutfağı canım ne olacak” diye geçiştirecek bir mutfak değil.
Arap dünyasının popüler sanatçıları da Antakya’da da popüler...
“Antakya kahvaltısı” diye bir şey var... 168 çeşit... Üstelik her çeşit otantik ve farklı... “Bizim kahvaltımız başka şehirlerin kahvaltılarına benzemez” diyorlar Antakyalılar.

İyi bir vali

Hatay kentinin...
Hatay tarihini sular seller gibi ezberlemiş...
Tarihi binalara meraklı...
Hatay’daki farklılıklara saygı gösteren...
Şehrin ruhunu kavramaya çalışan...
Kendisini Hatay’a adamış...
Bir valisi var.
Hatay Valisi Mehmet Cemalettin Lekesiz’i tuttum. Hem de çok.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)