Günümüzde sevginin, sevdanın, aşkın anlamını kaçımız yaşıyoruz?

Einstein bile kızına bıraktığı mektupta yazmış, ‘Bu mektubu öyle bir zamanda paylaş ki insanlar anlayabilsin. O insanlar, bu ilahi güç olan sevginin yüceliğini anlayabilsinler.’ diye.

Sevgi her şeyin devasıdır!.. Nihayetinde ‘bilim’ dahi çaresiz kalır... Ama aşk? O da, sevginin aşırı bağlılık derecesi, iki kelimeyle ‘kendini görememektir’.

Peyami Safa’nın duran bir toz hortumunun ardından betimlediği ‘Tehlike uzaklaştıkça hayvanlar birbirlerine karşı düşmanlıklarını gösteriyorlardı.’ cümlesindeki tema mıydı halen bizi sarsan? Gücün yetmediği anda ona karşı susulan! Yoksa Kara Fatma’nın Balkan Harbi yıllarında subay olan eşinin şehit düşmesiyle, Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde görev alıp, bugünkü Türkiye’nin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek geçişi miydi bu sevda? Kimilerinin halen ayıramadığı ‘Aşk ve Sevda’ dilemması!

Aşırı sevda, tutkunluk olarak bilinen ‘aşk’. Vatan aşkı, ilahi aşk ve aşıklar!... Yâre yazılan aşk şiirleri, destanlar, yakılan türküler ve görmeyen gözlerden çıkan nice eserler. Örneğin Eşref Armağan inanç ideolojisini şaşırtan, yurt dışında üniversitelerde konu olarak ele alınan dahi bir ressamdır. ‘Gözle görmediğinize inanmayın’ düşüncesini yıkan muhteşem bir ressam. Aklın ermediği, bilimin çözemediği bir yapı...Yine Aşık Veysel Şatıroğlu’nun görmeyen gözleriyle sazının tellerine döktüğü ve günümüzde söylenen türküleri... Nasıl unuturuz Karacaoğlan’ı, Mevlana’yı, Şemsi Tebriz’i, Yunus Emre’yi, Kerem ile Aslı’yı, Ferhat ile Şirin’i, Leyla ile Mecnun’u?

Aşkları ile küle dönen, dağları delen, ilâhi kudretin sırrına nail olan, günümüzde dahi gönülleri fetih eden, hayat hikayeleriyle bizleri hayran bırakan bu fevkalade gönül sahiplerini nasıl unuturuz?

Öyledir ki, aşk ile bir meşale gibi yönünü aydınlatacakken, bu cihanda yolunu kaybeder, yaşarken nasıl yaşadığını bilmeden yaşarsın. Barsın halbuki... Yaşıyorsun, fakat yok gibisin! Odur ki, bir güce sevdalısın ulaşamadığın. Bu nedenledir ki, adına ‘aşk’ denir. Aşka düşene de ‘aşık’. Henüz yoktur ki, iki cihanda aşk uğruna birbirine kavuşan. Örneklemeleri yukarda... Akıllıyı deli eder, bedeninden çeker, imkânsız sevdayı ruhuna işler...

Bir anlatılışa göre, ‘seni seven neylesin’ diye duvara yazıp Yavuz Sultan Selim’e aşkını ilan eden hizmetli hatun (Y.S.Selim bilmez kim olduğunu), ‘Çekinmeden söylesin, Hiç korkmasın söylesin’ diye cevap alır Sultan Selim’den. Nitekim, bu güçle söylemeye kalkışan güzel gönül, Sultan Selim’in karşısında olduğu yere yıkılıp son nefesini verir. Atışma şeklinde duvara yazılan dörtlükler ise şöyledir:

‘Seni seven neylesin

Çekinmeden söylesin

Korkar ise neylesin

Hiç korkmasın söylesin’

Bir başka deyişle şair ve yazar Yaşar Adıyaman ‘İnsan sevgi ile yaşar.’ der ve sıradaki dörtlüğü ile ifadesini güçlendirir:

‘Insan hülyalarda sevgi ile yaşar

Bunun için kaf dağlarını aşar

Ferhatın bilek gücünde aşk var

Mem çöllere düşer zin derdine ağlar’

Bana sorarsanız, derim ki:

Biz sıramızı savduk, yâr da yâren de biziz

Aşkın nefsi ile yola çıkanın evi barkı olmaz

Yirmi birinci yüzyılda dahi kimsenin cânı dayanmaz

Aşk bir huzurdur ötesi olmaz

Ey imkânsızı aşk edinen,

BİLSEN!
 

Ebedi düşlerken berhudarı neylerim

Ey gönül, El Halık’ı, Vedûd’u söylerim

Sen bende iken dahi kendimden geçerim

Seni anar iken bilsen nasıl cevherim

Yedi kubbe ehli edebince gelirim

Ey gönül, kıldan ince çizilsen eririm

Sen elde iken dahi kendimden geçerim

Seni arar iken bilsen nasıl ederim

Ne ulemalar gelir geçerki biterim

Ey gönül, muktedirdir sendeki dilerim

Sen canda iken dahi kendimden geçerim

Seni sever iken bilsen nasıl özlerim