Uludere’de çoğu çocuk yaştaki otuz beş masumun kanı üzerine edilen onca lafa bakınca derin bir umutsuzluğa kapılıyor insan, utanıyor.

Kuşkusuz çok acı, çok vahim bir hadise bu. Olayın nasıl vuku bulduğu, bir operasyon kazası mı yoksa pis bir tuzak mı olduğu çok önemli, peşi bırakılmayacak bir soru ama şimdilik ikincil bir konu.

Öncelik, otuz beş masum Kürt’ün ölümüne ve yüreğine ateş düşen akrabalarının acısına gerekli saygıyı göstermekte. Din de, vicdan da, ahlak da, örf adet de, adabı muaşeret de bunu emreder.

Biz ne zaman bu kadar taş kalpli olduk? Hep mi böyleydik yoksa?

Katır sırtında taşınan, römork kasasına istif edilen otuz beş can, nasıl yakmaz canımızı? Günlük kirası 100 lira olan katırın parasını düşünce eline geçecek 20-30 lirayla dershane borcunu ödemek, aile bütçesine katkıda bulunmak için yollara düşen çocukların hayatlarına gösterilen kayıtsızlığın ölü bedenlerine de gösterilmesi nasıl deşmez içimizi?

Acıyı paylaşmak, bu vahim olaydan dolayı özür dilemek, üzüntü bildirmek bu kadar mı zor Allah aşkına?

Hele bir de, kaçakçılığın sınır bölgelerinin neredeyse normali olduğunu, bir tercih değil zorunluluk olduğunu bilmeden konuşmak, devletin boş bıraktığı ‘insani’ alanı PKK doldurdu, korucu çocuklarının tabutlarına kendi bayraklarını örttü diye ölülere iftira etmek, ölümlerini de, öldürülme biçimlerini de onaylamak nasıl bir vebal altına girmektir böyle?

Otuz beş masumun ölümünü, hükümete karşı elverişli bir siyasi manevra alanı olarak görüp coşkulanan siyasilerin ettiği ayıba kilitlenip bu acı olaya karşı kendisinin ettiği ayıbı, alamadığı insani tutumu göremeyenler; ‘yanlış hassasiyetlere müteşekkir’ kalanlar; bunun en basitinden siyaseten son derece yıkıcı bir tutum olduğunu fark etmeyenler; konuyu kararlılıkla dağıtınca olayın acısının ve içine düşülen durumun vahametinin de seyreleceğini zannedenler; ‘ama’lı cümleler kuranlar; kendinize gelin! Allah sorar.  

2004’te Endonezya, 2007’de Dağlıca, 2008’de Gazze için takdir edilesi bir davranışla yılbaşı kutlamalarını iptal eden Türkiye, Uludere’de kaybettiği Kürt kardeşleri için vazgeçemedi ya eğlencesinden, ne diyeyim! Kardeşlik vurgusu edebiyattan ibaretmiş ha?

Ve medya! Sansasyonel haber vermemek, terörün tedhiş amacına hizmet etmemek kaygısı anlaşılır bir şeydir ama gerçeğe karşı bunca sessizlik de ne iyi, ne doğrudur. Bu ayıp da bize yeter.

Demek ki neymiş? 30 yıldır sürmekte olan terör ve çatışma ortamının bize verdiği zarar, otuz binden fazla can kaybı, bu kadar acı keder, şu kadar milyon dolar zarar falan değilmiş. On yıllar boyu gerçeğin ayarlarıyla nasıl oynandı ise, her birimizi ölümler üzerinden siyasallaştıranlar duygularımızla insanlığımızla da fena halde oynamışlar. Tecrübe ettik ki asıl büyük kaybımız hayatta kalanlarımızın kaybettiklerinde imiş.

Otuz beş Kürt’ün ölümüne saygı göstermek PKK’yı haklı bulmak, onaylamak falan değildir. Ama o masumlara yanmaz, kalanlara sahip çıkmaz ve sorumluların peşine düşmez isek korkarım pek de ‘iyi şeyler’ olmayacak.