Çok değer verdiğiniz birini görmek için, tatile gidecek kadar iyi  tanımadığınız biriyle uzun bir yola çıkıyorsunuz…

Ve O’nun orada olduğundan son derece eminsiniz, bütün planlar-programlar yapılmış.

Ve bu yolculuğun tek amacı sadece O’nu görmek…

Ya peki sonra ……?

Bundan bir kaç ay önceydi. 

Yan komşum Olga, bir gün yolumu kesip bu sene 40.yaşına basacağını ve bunu kutlamak için iki günlük bir geziye gitmek istediğini söyledi.

Bu tatilde benim de ona eşlik etmemi istiyordu.

Ben o an boş bulunmuş olacağım ki, nereye diye bile soramadan evet deyiverdim.

Onun gitmek isteyeceği yere, benim gitmek istemeyeceğimden öylesine emindim ki, bana gezi programını yolladığında nasıl bir bahane bulmam gerektiğini düşünmeye başladım.

Ertesi gün Olga’dan gezi programı ile ilgili bir e-mail geldi. 

Ve ben okur okumaz, tek bir cümle ile “al biletleri gidiyoruz” dedim.

18 yıl önce Türkiye’den Ingiltere’ye gelirken yanımda getirdiğim ilk kitap, Montaigne’nin Denemeleri” nin yazarı ünlü Fransız filozof Michel de Montaigne’nin anıt mezarının olduğu Bordeaux şehri…

Bir gün mutlaka gidiceğim deyip aylarca internetten didik didik araştırmalar yaptığım şehir…

Biletler alındı, otelimizin rezervasyonu yapıldı. 

Olga’nın gitmek istediği şehir benim için büyük bir tesadüftü…

Otelimizin yeri bile gitmek istediğim anıt mezarın bulunduğu müzeye 5-6 dakika yürüme mesafesiydi.

Sanki her şey bir sihirli el değmiş gibi ilerliyordu.

Şehre geldik, otelimize yerleştik ve ertesi gün ilk iş olarak müzeye dogru yola çıktık.

Benim isteğim olduğu için müzenin giriş parasını ben ödemek istedim.

İki kişilik giriş parası 10 Avro’yu ödeyip içeri girdik.

Hızlı adımlarla aramaya koyuldum, baktım bulamıyorum karşıma çıkan ilk görevliye sordum.

Görevli kişi, yarı Fransızca yarı İngilizce olarak  Montaigne’nin anıt mezarının 

şu an da ciddi bir tadilatta olduğunu ve görmemizin imkansız olduğunu söyledi.

-Ama biz Londra’dan bunun için geldik, nasıl olur…!!!

Ben nasıl acıklı bir şekilde kendimi ifade etmeye çalıştıysam artık, görevli kadın hemen müzenin müdürüne kadar ulaşıp yanımıza getirdi.

Kalabalık bir müze çalışanları ve karşılarında ben…

Gösterilecek bir durum olsa beni asla üzmeyeceklerini ama anıtın bulunduğu odanın şu an girilemeyecek kadar tehlikeli durumda olduğunu, mahçup ve kibar bir şekilde anlatmaya çalıştılar.

Nasıl oldu bilmiyorum ama o anda gözyaşlarına boğuldum.

Hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyorum.

Aynen Justin Bieber konserinin kapısından geri dönmüş 15 yaşındaki genç kızların düştüğü duruma düşmüştüm.

Müzeyi terk ettim…

Bir kaç adım attım ki yerde bir 10 Avro…

Sanki bana diyordu ki “madem bu kadar yol geldin al müze giriş paranı ve yoluna devam et”

Herkesin hayâlleri vardır, bu hayâllerin küçük veya büyük oluşunu bizim  hayatımızdaki önemi belirler.

Işte benim de hayâllerimden bir tanesi de buydu.

Ama olmadı…

Geriye kalan ise  bir kaç komik gözyaşı ve düştüğüm durum sonrası gelen kahkahalar…

Ve bir kere daha yukarı baktım ve gülümsedim…

“Ey gökleri ve yerleri yaratan Rabbim…”

Hani derler ya;

“İnsanlar plan yaparken Allah yukarıdan gülümsermiş.”

ya da 

“Allah istemezse yaprak bile düşmezmiş”

İşte hangisini beğenirseniz onu bir köşeye not edin, bu sözler bir gün benim gibi sizin de dergâhınız olabilir.