“Kutsal, eşit ve bölünemez teslis adına.” Yunanistan Anayasası böyle başlıyor. Anayasa’nın Devlet ve Kilise ilişkisini düzenleyen üçüncü maddesinin girişi ise şöyle: Yunanistan’ın hakim dini İsa’nın Doğu Ortodoks Kilisesi’dir. Yunan Ortodoks Kilisesi Tanrımız İsa Mesih’in önderliğinde…

Yüzde 85’inden fazlası Tanrı’ya inanan, çoğu düzenli kiliseye giden Avrupa’nın en Hristiyan ülkesinin artık 40 yaşında ateist bir Başbakan’ı var. Bu dini bütün halkın yüzde 38'inin oyunu almayı başaran başbakanın evliliğe karşı olduğu için birlikte yaşadığı lise aşkıyla iki çocukları var (onları da vaftiz ettirmemiş.)
O yüzden Alexis Tsipras’ın, 1821’den beri liderleri, Kralları, diktatörleri, Başbakanları Atina Patriği’nin huzurunda İncil’e el basarak yemin etmiş ülkenin 200 yıllık geleneğini bozup dinî yemin etmemesi kimseyi şaşırtmadı.
Ama bunu laiklik şovuyla, üstten bakan aydınlanmacı bir küstahlıkla yapmaması da şaşırtmadı.

Yemin töreninden iki saat önce Atina Patrikhanesi’ne gidip Patrik Ieronymos’a nezaket ziyaretinde bulunan Tsipras, neden dinî yemin etmediğini iyi ilişkileri olan Patrik’e bizzat açıkladı.
Kendisine koalisyon ortağı olarak din-devlet ayrımının kalkmasına karşı, sağcı-milliyetçi aynı zamanda kemer sıkma politikalarına karşı ANEL partisini seçen Tsipras’ın önceliği çünkü laiklik, aydınlanma, yaşam tarzı falan değil ekonomi. Bu yüzden dini bütün Hristiyan Yunanlıların oylarını da aldı. Dini bütün Müslüman Türklerin şehirlerinde oy oranı yüzde 50’lere kadar çıktı.
“İşçilerin sabahları patronlarla beraber ibadet edip, ondan sonra çalışmaya başlayacağı bir düzen hayal eden birileri faşisttir” gibi pespaye taş kafa bir materyalist solculukla siyaset yapılamayacağını, birlikte yaşanamayacağını biliyor olmalı.

Keşke çağırsak uzun uzun bizimkilere de anlatsa…

Çünkü Yunanistan’ın Radikal Sol Koalisyonu (Syriza) böyle solculuk yaparken, bizde post-marksist, özgürlükçü solcu, Birikimci diye bilinen kalemler ancak Yunan ırkçı partisi Altın Şafak bültenlerinde görülebilecek şöyle laflarla nefret söyleminin, İslamofobinin gözünü çıkarmakla meşguldüler:
“Tekmelerle hatırlanacaksınız. Bin dört yüz sene önceki o kısacık Asr-ı Saadet'e dair hikâyenizin oluşturabileceği, artık sadece acı bir tebessümdür. İç kaldıran kafa kesme görüntülerinin yüreklerinizi pırpır ettirişini unutalım haydi bir anlığına. Buradaki şu hazin fotoğrafla yaşayacak ve yaşatılacaksınız.”

100 yıllık kara sol tarihindeki Pol pot’undan, Gulak’ından, Mao’sundan, hâlâ insanları öldüren devrimci şiddetinden utanmadan, 1400 yıllık İslam tarihini, IŞİD’in kafa kesme fotoğraflarına indirgeyip, İslam tarihini Egemen Bağış’ın yüce divan oylamasında oy atma fotoğrafıyla nihayetlendirmek, o meşhur tweetinde bile cümleye “Müslümanların çoğu barışçıl olabilir” diye başlamış Murdoch için bile fazla ileri laflar olurdu.  
Yunan solu Avrupa Birliği’ni sorgulayıp, NATO’dan çıkmayı tartışmayı, İsrail’le askerî anlaşmaları bitirmeyi vadeden bir sola oy verirken, Türkiye solu AKP karşıtlığının bir üst leveline çıkıp neo-conculuğa, İslamofobiye, Kemalizme doğru koşuyor.

Yunan solu, “Oligarkları bitireceğiz, iflas lobisini, finans lobilerini yeneceğiz” diye sloganlar atarken bu lafları AKP’liler edince dalga geçen Türk sosyalistleriyle TÜSİAD arasındaki fark, Kanada ile ABD’nin dış politikaları arasındaki farktan bile daha az hale geliyor.
“Gericiliğe ve Faşizme Karşı Haziran çağırıyor” sloganıyla toplantılar düzenleyen Gezicilerin  Birleşik Haziran Hareketi’nin toplantısında “Laiklik mücadelesi solun ve sizlerin sırtındadır” diyen konuşmacıyla, Türk oligarkları TÜSİAD başkanlığına (Türk oligarkları) laiklik ilkelerine sahip çıkmamız gerektiğine inanıyorum" diyerek veda eden Haluk Dinçer’in yeri değişse kimsenin ruhu duymazdı bile.
İnsanların açlıktan çocuklarını yetimhaneleri bıraktıkları, her üç kişiden biri işini kaybetmiş, kitapta yazan devrimci koşullarının hepsinin gerçekleştiği bir ülkenin, faşizme Nazizme, cuntalara karşı direnişin kitabını yazmış Yunan  solcuları, dizlerini kırıp ekonomi derslerine çalışıp, siyasetle, seçimle iktidara gelmenin yolunu bulurken, Avrupa’nın en çok büyüyen ekonomisinin, hayat tarzına müdahaleden daha büyük  derdi olmayan şımarık Türk solcuları bir sonraki barikatta direnirken düzen ve disiplin için örgütleniyor.

Syriza rüzgârının HDP’yi heyecanlandırması da şiddetin yerine, siyasetin bir yol olarak öne çıkması da tabii ki harika bir haber. Ama bir yanlışlık yok değil mi? Syriza’nın bir silahlı kanadı olmadığının herkes farkındadır herhalde?
Silahı bırakmamak için direnen, bin türlü mazeretin, gerekçenin arkasına saklanan bir hareketin, haydi buradaki solcu yoldaşlarından dalkavukluktan başka bir şey görmüyorlar,  bari Avrupa’daki solcu yoldaşlarının başarı hikâyelerinden çıkaracakları ilk ders bu olmalıdır di mi?

HDP’de Syriza simülasyonunda yaşayanların konforunu bozmak istemem. Yoksa AKP “diktatörlüğüne” karşı kendini Kürt siyasetinin, hatta her daim haklı, ne yaparsa meşru Kürt milliyetçiliğinin kollarına atmışlar, içinde oldukları hareketin hâlâ en temel yaşam hakkını ihlal edip duran bir silahlı kanadı olduğunun farkındalar di mi? Günün sonunda vekillik için isimlerinin Kandil Dağı’na gideceğini de biliyorlardır mutlaka.
Syriza rüzgârıyla, hezimete uğramış PASOK’un kardeşi CHP’nin altı okunu fırlatmayı düşünenlere ya da Altın Şafak misali Altın Nesil’in nizama adanmış ruhlarında, kasetlerinde, tapelerinde muhalefet ateşini harlamaya çalışanların azmine hayranlık duymamak mümkün değil.

Seçime az kaldı, ihtiyacınız olan büyük bir ekonomik kriz, içişlerimize karışan sinir bozucu Almanlar ve Merkel, 40 yaşlarında iki çocuklu, yakışıklı, ateist bir adam ve epeyce de beyaz gömlek…

Dört ayınız var…

Aslında Alexis Tsipras’a en çok ihtiyacı olan AKP. Dersine iyi çalışan konuşulabilir sol bir muhalefetin siyasete, ekonomiye katkıları parayla ölçülemez. Mevcutların zararından kurtulmak için bile değer. Komşu komşunun bazen soluna da muhtaç olur. Alexis’i alıp, karşılığında Yunanistan’ın borçlarını kapatmak…

Düşünmeye değer…

(Türkiye'den)