Hayata kalmayı başarmak... Survive...

Çok sevdiğim, güçlü bir anlamı olan, tam Türkçe bir karşılığı bulunmayan, son zamanlardaki televizyon dizileri sayesinde bir adaya düşmüş insanları çağrıştıran bir kelime.

En zor şartlarda, en ilkel şartlarla yaşamayı devam ettirebilmek...

Bir uçak kazasından sonra bulunana kadar aç susuz, ot, solucan yiyerek hayatta kalabilmek...

İşte bu sözcüğün Türkiye’nin 89 yıllık macerasını tam olarak açıkladığını düşünüyorum.

Biz gerçek bir yaşam kuramadık, şöyle sırtımızı yaslayıp hayatın tadını çıkaramadık bir türlü, yaşamak hep çok zor oldu bu memlekette...

Ama hayatta kalmayı başardık.

Hepimiz...

Hala başarıyoruz...

***

İki gündür 1980 faşist darbesini yapanlar yargılanıyor.

Mahkemeye gelemediler gerçi ama olsun... Gelirler nasılsa!

Bu darbenin zulmünden geçmiş, acısı yüreklerini, bedenlerini yakmış pek çok insan ve yakınları mahkemeye müdahil olarak başvurmuş.

Onları düşündüm.

Sevdiklerini kaybettiler, gözlerini, ciğerlerini kaybettiler, işkencelerde, kızlarını, oğullarını kaybettiler. Umutlarını, isyanlarını, öfkelerini bile kaybettiler belki...

Ama hayata acılarından tutunmayı başarmışlar.

Survive etmişler.

Etmişler ki, sonucunun hayatlarında belki de hiçbir şey değiştirmeyeceğini bilseler de dün o mahkeme salonunda generalleri yargılanırken görmek için Türkiye’nin her yerinden gelmişler.

Tarifi zor bir sızı hissettim onları düşündükçe dün.

***

Bu hayatın karanlık sokaklarından geçti onlar...

Bilmediğimiz acılar çektiler.

Onların çektikleri, aydınlık, ışıklı, ferah ana cadde dekorunun arkasındaki karanlıkta kaldı.

Seslerini hiçbir zaman tam duyuramadılar.

Bir tahta parçasına tutunup, denizin ortasında deniz suyu içerek yaşamaya çalıştılar.

Ana caddede dolaşanların hiçbir zaman dikkatini çekmeyen, çekse de yıllar içinde kanıksadıkları acılarla hayatlar kurdular.

Birbirlerine bile anlatmaya utandıkları ağır işkencelerden geçtiler.

Ben hapishanede yaşadıklarını anlatırken katıla katıla ağlayan koca adamlar gördüm.

Yaşamayı anlamsız bulsa da nefes almayan devam eden, gençlikleri olmamış insanlar gördüm.

İki gündür onları düşünüyorum.

Ölenlerin yakınlarının vazgeçmedikleri isyanını düşünüyorum.

Tutunmuşlar...

O acılarına tutunmuşlar.

Hayatta kalmayı başarmışlar.

***

Onları düşünürken bir taraftan da hastane odasından mahkemeyi izleyen Kenan Evren’i düşündüm.

Mahkemeye gitmemiş “kolu kırık” diye...

Sanık sandalyeleri boş geçiyor mahkeme...

Ama bu bana hiç önemli gelmiyor müdahilleri düşündükçe...

Kenan Evren kolu kırık da olsa yaşıyor.

Adının, yaptığı darbe sonucu mahkemede sanık olarak geçtiğini, yargılandığını, dokunulabilir olduğunu biliyor.

Onurunu, adını kaybetmiş biri olarak hayatının sonuna yaklaşıyor.

İnsanlara yaptığı kötülükleri görerek, kendisine duyulan nefreti ve tiksintiyi hissederek geçiriyor hayatının son bölümünü...

Bir daha insanlara alçakça işkence yaptırmayı, onları darağaçlarında öldürmeyi düşünen reziller çıkarsa bu ülkede, akıllarındakini yapmadan once Evren’in sonunu düşünecekler.

Evren’in hayatındaki tek olumlu yan da bu herhalde, alçaklığa heves edenlere “Sonu iyi olmaz” örneği olarak hep ortada duracak olması...

(VATAN)