Çalıştığı gazetenin reklam filmlerine çıkmakta olan bu yazar, anlattığım olayın neredeyse başrol oyuncusu gibidir. Eğer onu yıllar içinde takip ettiyseniz, hangi iktidar olursa olsun yazılarının hiç değişmediğini görürsünüz. Her iktidar namussuz, soyguncu ve ahlaksızdır, sadece kendisi ve onun gibi düşünenler dürüst ve ahlaklıdır.

Bütün bu nefret söylemi içinde ve sövüp sayma furyasında okuyucu alkış tutabilir, ama okuduklarının içinde bir tek yapıcı fikir olmadığını fark edemez. Fark ettiği zaman ise o gün sövülen iktidara alternatif olacak bir harekete yardım etmek için tek bir düşünce yaratılmamış, sadece boşuna vakit geçirilmiş olduğunu görür.

 

NASIL BİR TÜRKİYE İSTİYOR

Yıllardır onu okuyanlara soruyorum: "Siz Emin Çölaşan'ın tepki duymak dışında hangi fikirlere saygı duyduğunu veya nasıl bir Türkiye arzuladığını biliyor musunuz?" Acaba buna cevap verebilecek tek bir insan var mıdır? Ben yıllar önce onunla aynı gazetede çalışırken de bu soruyu sormuştum; ne kendisi ne de okuyucuları buna bir cevap verebildiler.

Yapıcı, yaratıcı tek bir düşünce bile içermeden sürekli ağzına geleni en kaba biçimde söylemekten oluşan bir yazarlık yaşamı onunki. Bugün de ideal ortamını buldu.

Çünkü yazılarından çıkardığım kadarıyla onun istikrarlı olduğu tek şey var: Dindarlara karşı düşmanlığından yıllardır taviz vermiyor. Bu düşmanlığının oluşturduğu tepki nedeniyle o ve onun gibi insanların ülkenin bugünkü durumunun oluşmasına katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz.

Onun için dindarın nasıl bir insan olduğu da fark etmiyor. Siz isteseniz dünyanın en bilgili, en kendi halinde dindarı olun, bu yazar sizi kafasında kurduğu sevimsiz dindar prototipine uyduruyor ve yine aynı lafları ediyor.

Dolayısıyla bugün kendisi için ideal ortamı bulmuş durumda. Yani gazetesinin reklam filminde onun oynaması çok yerinde bir karardır.

Onun ve onun gibiler sayesinde ülkemizde bir tür nefret söylemi yıllardır sürüp gidiyor. O ve onun gibiler sayesinde dindarlar ile dindar olmayanlar arasında gittikçe açılan bir uçurum oluştu. Hepimizi ortak bir zeminde buluşturacak konuşma dilini bir türlü bulamadık.

Çünkü o ve onun gibi olanlar, nefret söyleminin pençesinde olduklarından, o ortak zemini aramaya kalkışanları hemen tek bildikleri şekilde karalamaya, hakkında yalanlar söylemeye başlarlar.

 

YILMAZ ÖZDİL

Emin Çölaşan'ı iyi tanırım; bu nedenle onun kendi nefret söylemi tarafından nasıl da teslim alındığını, nasıl da tahammülsüz ve sinirli hale dönüştüğünü, onunla ortak zemin bulmak için konuşmanın nasıl da imkânsız olduğunu bilirim.

Yılmaz Özdil'i ise hiç tanımıyorum. Onu sadece yazılarından biliyorum, dolayısıyla onun da aynı nefret söyleminin pençesine Emin Çölaşan gibi düşüp düşmediğini bilmiyorum.

 

İKTİDAR ELİNİ OVUŞTURUYORDUR

Ancak ben onun bazı yazılarından böyle bir düşünceye varıyorum, ama sonra bu nefret söylemini arzu ettiği için mi yoksa sadece bir espri uğruna mı kullandığını çıkaramıyorum. Ancak hangisi doğru olursa olsun o da Emin Çölaşan gibi bu ülkede tepkilerin yanlış yönlenmesine yol açıyor.

O da tepkiden olumlu, yaratıcı bir alternatif çıkmasını engelliyor. Onların tek yararı, tepki duymakta olan insanların içlerindeki öfkeyi hafifletmeleri... Bu yönleriyle kendi düşündüklerinin aksine AKP iktidarının işine en çok onların yaradığını söyleyebiliriz.

Ben Yılmaz Özdil hakkında sakin bir değerlendirmeyi 25 Haziran'da yazdığım, "Çok okunan yazar olmanın da bedeli vardır Yılmaz Özdil" başlıklı yazımda yapmıştım. O yazı, Yılmaz Özdil'in tek bir kelime üzerine oyun kurduğu yazısı için yazılmıştı. Özdil, "Var" kelimesi İngilizce'de "savaş" anlamına gelen "war" kelimesiyle aynı okunduğundan iktidara karşı bir yazı yazmıştı.

Benim o yazımdan sonra Yılmaz Özdil aynı tek kelimelik oyunu tekrar oynadı. Leyla Zana'nın soyadını alıp ona x ekledi ve Zanax adlı sakinleştirici üzerine kurdu siyasi yazısını. Ve Türkiye'nin en önemli sorunlarından bir tanesi olan terörü çözmek için bazı adımlar atmaya uğraşıp Başbakan'la da görüşen Leyla Zana hakkında bir mizahi nefret söylemi yarattı.

Sonuçta ne oluyor, her iki yazıda da yazarın ele aldığı konu hakkında neler düşündüğü ve kendince doğru gördüğü şeyin ne olduğunu göremiyorsunuz. Sadece içinizde var olabilecek öfkeyi yıkıcı mizahla atmış oluyorsunuz.

 

AMACIM YAZAR ELEŞTİRİSİ DEĞİL

Okuyucu şunu iyi bilsin; ben bu yazıyı sadece bu iki yazarı eleştirmek için yazmadım. Ama hem Emin Çölaşan hem de Yılmaz Özdil bugünleri anlamak ve muhalefetin bu ülkede neden olamadığını kavramak için tipik ve önemli isimlerdir.

Sevin ya da sevmeyin, ama şunu kabul etmelisiniz ki bugün AKP kendi içinde tutarlı bir söylemle karşısına çıkıyor halkın ve geleceğe yönelik nasıl bir Türkiye arzuladıklarını da söylüyorlar.

Bunun karşısında muhalefet ise sadece tepkilerini ortaya koyuyor. Parçacıklara bölünüyor, her parça için ayrı bir tepki gösteriyor, ama tepkilerini bütüncül bir söylem içinde toplayamıyor.

İçinde iktidara tepki bulunan insanlar da bu duruma alıştılar artık, onlar da muhalefetten bir gelecek kurgusu ve alternatif bir söylem beklemiyorlar. Onlar da sadece içlerindeki tepkiyi atmanın yollarını arıyorlar. Bu yüzden hepsi sonuçsuz savaşmaktan dolayı yorgun savaşçılara dönüşmüş durumdalar.

Bugün ele aldığım iki yazar, bu ortama en fazla katkı yapanlardır. Halkın bir bölümünün gazını iyi alıyorlar. Böylece yaratıcı düşüncelerin doğmasına yol açabilecek bu insanların içlerini rahatlatarak daha fazla düşünmelerini engelliyor olabilirler.

Bu durum AKP'nin çok çalışsa bile yaratamayacağı kadar kendilerine güzel gelen bir gelişme. İşte ben bu nedenle "AKP, Emin Çölaşan'a ve Yılmaz Özdil'e ne kadar teşekkür etse azdır" diye düşünüyorum.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)