2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir açıdan tayin edici olabileceği düşünülen 'milliyetçi oylar' mı Erdoğan'ı farklı bir tercihe doğru yönlendiriyor?

Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, “Uludere nedeniyle özür dilemeyi düşünüyor musunuz” sorusuna net bir cevap vermedi. “Olayları araştırıyoruz, ortaya çıkan sonuçlara göre davranacağız” türünden, ‘geçiştirici’ bir cevabı tercih etti.
Ortada bir felaket var. Bu ‘felaket’in ‘kasti bir katliam’ mı, yoksa ‘ölümcül bir hata mı’ olduğu konusu belki uzun süre tartışılmaya devam edecek; ancak bütün bunlar özür dilemeye elbette engel oluşturmuyor. Bu hatada, MİT’in ne kadar, Genelkurmay’ın ne kadar, hükümetin ne kadar ihmali ve eksiği var, bunlar elbette araştırılmaya devam edecek.
Ne olursa olsun, en iyimser ifadeyle, ciddi bir devlet hatası söz konusu. ‘Devlet’in vatandaşını öldürdüğü (ve zaten maddi tazminat ödeyeceğini de ilan ettiği) bir tabloda, ‘özür dilememe’ tavrının bir anlamı kalmıyor.

Tabii, bu özür sorunu, Kürt sorununun derinliğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir... AK Parti Diyarbakır milletvekili ve bu kentin eski Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Galip Ensarioğlu, “Başbakan Tayyip Erdoğan bu sorunu çözmeden Çankaya’ya çıkarsa orada çok başı ağrır” değerlendirmesinde bulundu.

12 Haziran 2011’de AK Parti’nin aldığı yüzde 50 oy, Kürt sorununun çözümü için bir umut ışığıydı, toplumdaki (elbette birçok açıdan yorumlanabilecek) bir yenilenme iradesinin ifadesiydi.

Seçimlerin ardından hükümet, başka bir strateji denemeye karar verdi. Bu strateji asıl olarak ‘savaş stratejisi’... Dil ve uygulama mekanikleşti, insani boyut geri planda kaldı. Şehirde ve dağda ‘operasyonel’ bir siyaset atmosferi egemenlik kurdu. Bunlar olurken ‘açılım gelecek’ beklentisi tamamen yürürlükten kalkmadıysa da geri planda kaldı.
Ne köylerinin adlarının değiştirilmesi, ne Kürtçe eğitim ve öğretim ne de kimliğin tanımına ilişkin yeni bir adıma tanık olabiliyoruz. AK Parti’nin operasyon noktasındaki kararlılığı, Kürt sorununun genelini kapsayan bir projeye, bir yenilik hamlesine dönüşmüyor. Bir anlamda, “AK Parti Kürt sorununda isteksiz” diyebiliyoruz.

Ergun Babahan, Star gazetesindeki yazısında bu noktayı eleştirirken şunları söylüyor: “AK Parti, demokratik açılım diyerek çıktığı yolda bugüne kadar ciddi bir adım atmadı. Bir yandan sanatta bile terör gören bir İçişleri Bakanı, diğer yanda Kürtlerin her türlü hakkının tanınacağı vaadinde bulunan bir Başbakan Yardımcısı arasında gidip gelen bir iktidarımız var.
Atılması gereken adımlar, bölgenin beklentileri ortada.
Kürtçe yer isimlerinin bile iade edilmemiş olması bu konudaki isteksizliğin bir göstergesi.

Gelinen bu noktada demokratik gelişimin sağlanamaması, örgütün bölgedeki desteğinin öngörülemeyen bir gelecekte devamına imkân verecektir.

Haklarını demokratik yöntemlerle elde etmiş olan bir halkın silahlı mücadeleye hiç sıcak bakmayacağı ise ortadadır.
Uludere’de o insanları ihmal veya kasıt kadar, gerçekleştirilemeyen demokratikleşme süreci de öldürmüştür.”
Peki, bir süre öncesine kadar bu konuda atak bir görüntü veren bir parti, ne oldu da ulaştığı yüzde 50’lik desteğe rağmen ‘yerinde sayan’ bir performans içine girdi? 

Milliyetçi oylar
Başbakan Erdoğan’ın “Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresinin 7 yıl olduğunu düşünüyoruz” demesi, kendisinin 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı’na hazırlandığının ilanı olarak görülebilir.

2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir açıdan tayin edici olabileceği düşünülen ‘milliyetçi oylar’ mı Erdoğan’ı bu konuda farklı bir tercihe doğru yönlendiriyor? “Askeri ve yargıyı ‘kurtardık’, şimdi PKK ile daha kolay mücadele edebiliriz, o nedenle operasyonlarla bu iş de hallolur” değerlendirmeleri mi öne çıkıyor? Rekabet etmesi gereken bir gücün var olmaması AK Parti’de bir durgunluğa mı yol açıyor? Bu açıklamalara başka tahminler de eklemek mümkün.

Silah teknolojisindeki gelişmeler üzerinden bir ‘çözüm modeli’ arıyoruz, ancak siyasi kültürümüzün, silah teknolojisiyle doğru orantılı bir hızla ilerlemediği, yenilikçi çözüm modelleri geliştiremediği bir gerçek. Böyle bir zeminde, katliamlar da kaçınılmaz hale geliyor ve toplumun dengeleri altüst oluyor.