Seçime sayılı günler kala tüm siyasi partilerin milletvekili adayları ve liderler, başta kamuoyunu ve kendi toplumsal tabanlarını ikna etmek için olabildiğince çaba sarf ediyorlar. 

Elbette bu anlaşılabilir ve olması gereken bir şeydir.

Ancak anti demokratik olan siyasi parti yasaları, temsilde adalet, yönetimde istikrarı engelleyen, bireyin hak ve özgürlüğünü engelleyerek parlamentoda temsil hakkını elinden alınan yasalar var oldukça, seçimlerin bir demokrasi değil bir demokrasi oyunu olmaktan öteye geçmeyeceğini, Ali’yi Veli’ye vurmaktan başka bir işe de yaramayacağını düşünüyorum.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletin” sözü hiçbir zaman bu ülkede hayata geçmedi.

Egemenler, hiçbir zaman bu halkın kendi hür ve özgür iradesini kullanmasına izin vermedi.

‘Bu halk cahildir’ denildi ve demokrasinin zırnığı bile koklatılmadı bu halka.

Bir ülkede tam demokrasi vardır diyebilmek için; o ülkede başta adalet kurumu olmak üzere tüm kurum ve kuruluşların evrensel hukuk çerçevesinde işlenmesi gerekir.

En başta insanın namusu olan düşünce hürriyetinin baskı altında olmaması gerekir.

Bir ülkede demokrasinin olabilmesi için; o ülkedeki ezici çoğunluğun demokrat olması gerekir.

Onun için de demokratlık bireyden başlıyor. Eğer hanenin reisi demokrat ise hane halkı da demokrat olur, hane halkı demokrat ise komşular da demokrat olur, komşular demokrat ise mahalle, mahalle demokrat ise şehir, şehir demokrat ise ülke demokrat olur.

Oysa bu ülkede demokratların sayısı yok denecek kadar azdır.

Bu ülkede herkes herkesi çok rahatlıkla belli etiket ve yaftalarla yaftalabiliyor.

Bu ülkede herkes herkesin hayatını rahatlıkla karartabiliyor.

Bu ülkede herkes herkesin ekmeğiyle rahatlıkla oynayabiliyor.

Bu ülkede herkes herkesin acı ve gözyaşları üzerinde mutluluk kurabiliyor.

Bu ülkede herkes herkesi rahatlıkla açlıkla tehdit ve terbiye edebiliyor.

Bu ülkede herkes herkesi muhalif düşüncesinden dolayı PKK’li, paralelci, vatan haini, terörist, ajan, casus gibi acımasız lekelerle lekeyebiliyor.

Bu ülkede herkes herkesi rahatlıkla, gözünü kırpmadan öldürebiliyor, yetmedi en vahşi bir şekilde vücudunu parçalara ayırabiliyor, parçalarını yakıp küllere savurabiliyor.

Bu ülkede haysiyetli ve namuslu aydın, düşünür, yazar, gazeteci, akademisyen ve eğitmen rahatlıkla öldürülebiliyor, zindanlarda bedeni çürütülebiliyor, sürgün edilebiliyor, susturulabiliyor, açlıkla terbiye edilebiliyor.

Birbirimizi kandırmayalım bu ülke işte böyle bir ülkedir.

Ve biz böyle bir milletiz…

Ben hemen hemen her gün dünya basını okuyor ve uluslar arası camiayı takip etmeye çalışıyorum. Demokrasisi, hukuku, ekonomisi ve yaşamsal düzeyi bizden çok ileride olan ülkelerin siyaset ve akademi dünyasının neler yaptıklarını da anlamaya çalışıyorum.

Demokrasisi gelişmiş ülkelerde yapılan seçimlerde adayların ve liderlerin konuşma ve hareketlerini de dikkatle izliyorum. Onların liderleri, milletvekili adayları veya başkan adayları bizim adaylarımız gibi davranmıyor. Bizdeki gibi köylü kurnazlığı, duygu ve inanç sömürüsü yok.

Onlar daha çok proje ve fikirlerle kendi tabanlarını ikna etmeye çalışırken bizde ne acı ve ne yazık ki öyle işlemiyor. Siyasetçilerimiz ve egemenlerimiz daha çok bizim inancımızı, etnik aidiyetimizi, zayıf olduğumuz insani yönlerimizi ve duygusallığımızı pervasızca kullanıyorlar.

Kullandıkları dil zehirli bir dildir ve bu dil tüm toplumu zehirliyor. Toplumu birbirine düşmanlaştırıyor, ötekileştiriyor, kin, nefret ve intikam duyguların körüklenmesine sebep oluyor.

Ve biz millet olarak çok saf bir şekilde kanıyor ve birbirimizin gözünü çıkartmaktan acı duymaz hale geliyoruz.

Çok şahit olduğum ve kanıma dokunan bir örnek vereyim. Milletvekili adayları açıklanmadan önce, aday adayları, hem aday olabilmek, hem liderlerinin hem de halkın gözüne girebilmek için duygu sömürüsü yapmalarını, ne kadar halkçı ve müşfik olduklarını göstermek için engelli vatandaşları kullanabilecek kadar pervasızca davrandıkların gördüm.

Öyle ki, engelli bir vatandaşa sağladığı tekerlekli sandalyeyle beraber vatandaşın önünde foto çektirip ve bu fotoları facebook ve twetterlarda paylaşmaları onur ve haysiyet kırıcı olmanın ötesinde bana çok sahtekarca gelmişti.

Özetle Kürt şair ve yazar Ahmedi Xanê’nin dediği gibi;

“Olsaydı bir dayanışma ve uzlaşmamız eğer,

Ve birbirimize hep itaat etseydik eğer,

O zaman tamamlardık dini de, devleti de,

Ve elde ederdik bilimi de, hikmeti de. Ayrıt edilirdi o zaman birbirinden sözler. Ve ayrıt edilirdi yetenekli ve erdemliler... “