Şairlerin renkli dünyasındayım!

Hobilerimden biri olan şiir yazma sanatı beni farklı kulvarlara taşıdı. Öncelikle usta ve çırak olmak üzere yeni şairler tanırken, farklı ve büyüleyici bir dünyanın içine adım attığımı fark ettim. Hatta kendimi hiç hesapta yokken, Şiir Antolojisi Atölyesi’nde yardımcı yönetici olarak, konusu ‘Babalar Günü’ olan şiir yarışması projesinde buldum. Dünyanın dört bir tarafındaki şairlerin buluştuğu bu platformda dizeler dörtlükleri, dörtlükler şiirleri oluşturken, bu şiirler okunup değerlendirmeye alınıyor hatta usta şairler tarafından yapıcı eleştirilerle yeni şair adaylarına yol gösteriliyordu. Ustalardan örnekler sergileniyordu.

Bu güzel projeyle, Türkiye’deki babamı hatırladım. Benim elimden tutup da İngiltere’ye okumam için gönderdiği günü anımsadım. Yıllar sonra bir Türkiye ziyaretinde, berberde otururken, mekânın sahibi -bir bey- ile yaptığımız sohbetten çok etkilenmiştim. O bey, “Sizi hatırladım. Siz Almancı Bekir amcanın kızısınız. İki de erkek kardeşiniz var, onlar da İngiltere’de.” deyince, tebessüm etmiş, evet dercesine başımı aşağı yukarı sallamıştım. Yumuşak bir ses tonuyla, “Siz nereden biliyorsunuz?” derken kara kaşlı, siyah saçlı, beyaz tenli, otuz yaşları civarındaki, 1.80cm boylarında olan bu bey, “Babanız her sabah selam verir. Kardeşinizin birini çok iyi tanıyordum zaten. Küçük olan, girişimci olanı. Diğer kardeşiniz de okuyor sanırım. Babanız oğullarından övünerek anlatır. Arada bir sohbet ederiz.” diye cevap vermişti. Bozuntuya vermemiş, durumu idare etmeye çalışmıştım.

Babamın okuyan erkek evladı bendim. Babamın da ustanın da umutlarını, inanışlarını bir kelimede yok etmek istemedim. “O bendim, ben!” diyebilirdim. Babam, ailemizin tek gözbebeği, tek erkeği kardeşime beni ağabey yapmıştı. Şaşkınlık içindeydim. Oğlumun saçları kesilirken, çay kahve ikramı yapmışlar; mahallemizin zarif ustası misafirperverliğini ihtişamla yerine getirmiş; mekânda tek bayan olan bana saygıda kusur etmemişlerdi. Ne de olsa şehir Antalya, mahalle bizim mahalleydi. İçlerinden biriydim. Mahallemizin insanı, bana aileden biri gibi sahip çıkmış, değer vermişti. O an, babamın varlığını daha iyi hissetmiş, mutlu olmuştum. İçimden, “Sevilmek kadar güzel bir şey yok.” derken babamın masum yüreğini, sevgisini görmüştüm. İnsanlardan bana gölge gibi düştü o sevgi! Sonra oracıkta, berberde, onların dilinde hissettim babamın varlığını. Oğluma baktım, boyumu geçmiş delikanlı olmuştu. Gözlerim hafiften buğulanır gibi oldu. Bir an önce eve gidip, babamın boynuna atılıp sarılmak, geçti içimden. O gün, eve gittiğimde ilk işim babama sormak olmuştu “Babacığım ikinci oğlun kim?” diye. Babam da elimden tutup, gözlerimin içine bakmış “Sen, seni erkek gibi cesur yetiştirdik. Sensin kızım.” deyip alnımdan öpüp sarılmıştı. Oysaki biz kardeşler aynı aile eğitimi almıştık; ablalarım ve kız kardeşim de dahil olmak üzere. Sarıldım babama, büyük tebessümle öptüm yanaklarından. Sadece ikimiz vardık. Baba kız; baba oğul... Erkek kardeşime söylediğimde gülmüş “Ablacım erkek gibi kızsın sen.” demişti. Ne güzel bir ailedeydim. Ne güzel bir kardeşti. Tekrar sevindim. İçimden defalarca şükrettim. Sonra şiir yarışmasında kazananlar geldi gözümün önüne. Celalettin Bey ve eşi Nilgün Hanım’la olan sohbetim de... Durakladım birden.

Şiir yarışmasında ikinci gelen Celalettin Bey, sohbette utangaçlığının arasında babasını sevgi dolu sözlerle anlatıyordu. Lakin cümlelerinde çatlamalar oluyordu ara ara. Özlem ve hasret kokusu vardı her bir satırında, kelimesinde, hecesinde. Ses tonundan anlamamak mümkün değildi. Yokluğu acı veriyordu canına.

Düşünün tığ gibi bir delikanlı, yirmi dördünde. Ailenin ilk göz ağrısı. Usta aşçılığını, yemeğin lezzetinde dile getiren; dizelerinde şiirler yetiştiren bir genç. Mutluluk dolu. Sevdiğiyle evlenmiş bir genç. Anamur’da ailesinin yanında düğününü sevinçle yapıp, Manavgat’taki yeni düzdükleri evlerine döndüğü gün, henüz bavullarını bile açmamışken, yeni çifte acı haber geliyor. 49 yaşında bir çınarı kaybetmek! Çok fena koyuyor insana... Öylesi bir gün ki canından bir şeyler akıp gidiyor! Düşünsenize, daha iki gün öncesinde halaya durmuş insan, birden çocuklarını bir başına bırakıyor. Ne garip bir düzen. Konuşmamız sırasında, Celalettin Bey sanki, “Anam yarsız, ben ve kardeşlerim de yetim kalmıştık...” diyordu. Sesinden, “Daha düğündeki terimiz bile kurumadan, acı gözyaşlarımız akıverdi yüreğimizden... Daha dün gibi hatırlıyorum seni babam. Dilimde, içimde, satırlarımdasın!” duyuluyor gibiydi... Sonra ardına sıraladığı dörtlükler... “Yıllar seni unutmaya yetmedi babam.”

BABAM
Yıllar girdi araya zaman geldi geçti
Senin hasretini dindirmedi babam
Ne sel olup akan giden göz yaşları
Yıllar seni unutturmaya yetmedi babam.
Ne bir anı ne bir hatıra
Giderken dönüp de bakmadın ardına
En son evden çıktığın geliyor aklıma
Yıllar seni unutturmaya yetmedi babam.
Biliyor muydun helalleşmiştik
Eskilerden biraz dertleşmiştik
Bizi bırakmayacaktın sözleşmiştik
Yıllar seni unutturmaya yetmedi babam.
Ansızın aramızdan çekip gittin
Dünyamız yıkıldı perişan ettin
Gencecik yaşında bizi terk ettin
Yıllar seni unutturmaya yetmedi babam.
Seni yıkayıp bembeyaz kefene sardılar
Tabuta mis kokulu bedenini koydular
O gün benim için kıyameti kopardılar
Yıllar seni unutturmaya yetmedi babam.

Celalettin ÇETİN


Şiiri okurken, kendimi tutamayıp ağlamıştım. Tanımadığım, görmeden tanıma fırsatına ulaştığım bir baba için ben de ağlıyordum. Babam yanımda olsa bir daha sarılacaktım. Kendimi zor tuttum. Sonra eşine döndüm. Nilgün Hanım, sıcak yüreğiyle, pamuk sesiyle eşini tanımladı ve “Kocaman yüreği var. Ben anlatamam ki siz anlayasınız ne kadar kocaman. İyilik dolu, sevgi dolu. Bir o kadar da utangaç.” dedi, gülümseyerek. Belliydi eşini ne kadar sevdiği. Anlatırken heyecan doluydu. “Eşim şiirlerle mutlu oluyor. O mutlu oldukça ben daha çok mutlu oluyorum.” diyen Nilgün Hanım, Celalettin Bey kadar şairdi. O da yüreğine sevgi yazmıştı bir şairin dilinden. Ben de adını ‘Sevda’ koydum, babaların dilinden.

Hülya Kars